Gündem Gazetesi / Marmaris' te köşe yazıları yazan   Oya DİRİKCAN ile zamanda yolculuk konusunda yapılan röportaj.

Zamanda Yolculuk

ÇETİN BAL KİMDİR?

Çetin Bal 1974  K.Maraş doğumlu. Meslek Lisesi Elektronik Bölümü mezunu. Ailesinin Tekstil Şirketinde çalışıyor. Çocukluğunda merak ederek araştırmaya başladığı “Pusulanın ibresi neden kuzeyi gösteriyor?” sorusu, O’nun bir inceleme, araştırma ve sorgulama süreci yaşamasına neden oluyor. Bu süreç sonunda, “Zaman Yolculuğu” ile ilgili tüm bilgi ve paylaşımları toplayıp, konuyla ilgili çalışmalar yapanları aynı çatı altında toplamak  amacıyla, Denizli’de “Zaman Yolculuğunu Araştırma ve İnceleme Merkezi”ni kuruyor. Çetin Bal’ın çalışmalarını 'www.zamandayolculuk.com' adresinden takip etmek mümkün.

Not: Çetin BAL aslen K.Maraş'lı ama  4 yaşlarında Denizli'ye yerleşmişler. 1978 den beri Denizli'de ikamet etmektedir.

-“Zaman Yolculuğunu Araştırma ve İnceleme Merkezi”nden söz eder misiniz? Ne zamandan beri bu çalışmaları sürdürüyorsunuz?

-Zaman yolculuğu araştırmaları, akademik bir merkeze bağlı olmadan yürüttüğüm bireysel bağımsız bir çalışmadır. Merkez olarak henüz bir kurumsallaşmamız yok, ama veri olarak, bilgi olarak bu çalışmalar kurumsal bir oluşum oluşturacak zenginliktedir. Ekonomik zorluklar, böyle bir kurumun oluşumunun önündeki en büyük engel şu anda.

Çalışmalarıma belli bir zaman atfetmek zor. Aslında çocukluğumda ortaya çıkan ve ilerleyen yaşımla birlikte evrim geçiren bir araştırma sürecini izledim. Yani sonradan “Bilim Adamı” olanlardan değilim. Çocukluktan gelen bir inceleme araştırma sorgulama süreci içinde bugünlere geldim diyebilirim. Bilim insanı olmak sonradan kazanılacak bir meslek değildir.

Çoğu bilim adamı ile hayatımdaki birçok süreç, paralellikler içermektedir. Aslında Einstein bile temel soruları çocukluğunda sormuştur. Einstein, 5 yaşındayken mıknatısın nasıl çektiğini merak etmiştir. Einstein’la ortak noktamız mıknatıslardı.  İlk kez bir inşaat işçisinin elinde görmüştüm ve ilgimi çekmişti. Ben de “pusulanın ibresi neden kuzeyi gösterir?” merakıyla yola çıktım.

Araştırmacılık ya da bilim insanı olmak sorgulamayı yaşamınızın bir parçası haline getirmeniz demektir. Neden? Niçin? Orda ne var? Sorularının yanıtlarını bulup, noktayı koymamaktır.

Araştırmacılık bir yaşam biçimi olmak zorundadır.

-Zaman yolculuğundan söz edeceksek, öncelikle “Zaman” nedir, bunu bilmemiz, anlamamız gerekiyor?

-Zaman nedir sorusu çok eski  bir düşüncedir. Hemen hemen insanlık tarihi kadar eski bir sorudur. Felsefeciler, bilim adamları sanatçılar ve şairler yani her düşünce kesiminden insanlar bu konuda kendilerince bir takım yanıtlar vermişlerdir.
 

Fakat sohbetimiz bilimsel temelli bir sohbet olduğu için, “Zaman”ı çok basit olarak üçüncü boyutu tamamlayan bir dördüncü boyut olarak düşünebiliriz. Daha birçok tanımı yapılabilir zamanın. Ama hiç bir tanım tek başına yeterli olmaz. Bence zamanı kullandığım dil yapısı içinde zeka ve kültür kalıplarımız dahilinde ancak kendimize göre bir yere kadar anlatabiliriz. Tanım yine bize göre olacaktır.

Ya da “Zaman” ı anlatmak için şu tanımları da yapabiliriz:

Mesela zaman,  enerji dediğimiz kavrama ait titreşimsel bir sayımdır. Zaman, evrenin devam ede giden, sürdürülen, devreden hareketinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir boyutudur. Buna dördüncü boyut demek yanlış olmaz.  Ya da zaman dediğimiz şey, değişmeyen bir değişimler bütünü olarak da algılanabilir. “Zaman” birbirine devrederek ilerleyen sudaki dalgalar gibi, bir dalgalar frekansıdır da denebilir.

Zaman dördüncü boyut içinde uzayıp giden elektromanyetik bir video bant gibidir.

Bu video bantın, tek bir AN'ı en küçük zaman dilimidir ve bu zaman frekans bandının, tek bir saykıllık dalga vuruşunu ifade eder.

-Bu bilgiler ışığında “Zaman” ışık hızı ve madde enerjisinin ilişkisini nasıl açıklayabiliriz?

-“Zaman-Enerji-Madde” temelde aynı alanın değişik görüntüleridirler. Madde dediğimiz şey yerçekimsel olarak kapana kısılmış donmuş enerjiyi ifade eder. Bu enerji Einstein’ın E=MC2 formülünde dile gelir. Aslında, Zaman=Enerji=Hız=Madde diyebiliriz. Madde enerjinin değişik bir yoğunluk fazıdır. Zaman dediğimiz şey de yine enerjiye ait farklı bir durumu yansıtır. Zaman, enerji dediğimiz olgunun hız ve titreşimi ile bağlantılı bir parametrik değişkendir.

- Zaman’ı Kuantum Fizikle nasıl açıklayabiliriz?

Kuantlar demek,  teorik ışık parçacıkları için kullanılan bir terimdir. Kuantlar yerine,  fotonlar diyen de olabiliyor. Kuantlar, enerjiye ait elektromanyetik bir noktacığı ifade ederler. Işığın dalga teorisi yanında, bir de ışığın kuantlar denen dalga paketleri şeklinde yayıldığı farz edilir. Kuantum latince kökenli bir kelime olup, bir enerji miktarının  niceliksel birimini tarif etmek için Max Planck
tarafından kullanılmıştır.

Anlaşılacağı üzere, Kuantum teorisinin temelleri Einstein’dan önce,  Alman Bilim Adamı Max Planck tarafından atılmıştır.

Einstein, sonradan fotoelektrik deneyi yorumu ile kuantum teorisine katkıda bulunmuştur. Hatta Nobel ödülünü fotoelektrik konulu teorisinden dolayı almıştır.

Kuantum teorisi enerjinin sürekli bir yapıda olmayıp, kesikli bir yapıda olduğunu bizlere anlatır. Işığın da dalga paketleri halinde yayıldığını kabul eder. Kuantum teorisini,  henüz zamanla doğrudan ilişkilendirmek söz konusu değildir.

Ama kuantum derken biz bir enerji sisteminden ve bir uzay alanından bahsediyoruz. Sonra yerçekimi denen bir olay var.

Uzay ve zamana kuantum teorisi açısından baktığımızda ortaya çıkan teoriler bize zamanda yolculuğun olası kapılarını aralayabilir.

Einstein’ın genel görecelik kuramı denklemlerini  atom altı uzay/zaman alanına uyguladığımızda karşımıza solucan delikleri  ile dolu  geometrodinamik bir alan çıkar.

Bugünkü iki ana  bilimsel kuram Genel görecelik kuramı ve Kuantum kuramıdır.  Aslında bugün fizikçilerin yapmaya çalıştıkları şey elektrik –manyetik ve  gravitasyonel  alanları tek bir alan çatısı altında birleştirebilecek bir kuantum kütleçekimi denklemine ulaşma çabasıdır.

Bugun için kütle, enerji, uzay, zaman ve yerçekimi arasındaki matematiksel bağlantılar henüz tam bir netlik kazanmış değildir. Bu kavramlar tam olarak anlaşıldığında bir antigravitasyon alanı üretmek ne anlama gelir, ışık hızı nasıl aşılabilir, uzay/ zamanda solucan delikleri varmıdır,  bir boyuttan diğerine nasıl geçilir  gibi sorularımıza daha net yanıtlar vermek mümkün olacaktır.

-Zaman yolculuğunu nasıl anlatabiliriz?

-Aslında çok geniş alanlı, çok farklı konularla iç içe geçmiş,  bağlantılı bir soru. Tüm bunları bir arada anlatabilmek çok zor. Ama konuyu kuantum bilimi açısından toparlarsak; Evrenimiz iç içe geçmiş sayısız uzay boyutlarından sadece birisidir. Farklı evrenleri bir kitabın üst üste gelen sayfaları gibi görebiliriz. Her bir sayfa, bir enerji düzeyini simgeler. Bir sayfadan diğerine atlayarak geçmek, bir kuantum enerji düzeyinden diğerine sıçramak demektir.

Kısacası bir boyuttan, bir boyuta geçmek mümkündür.

Bugün bilim adamları, bu boyutsal geçişleri solucan delikleri ve karadelikler gibi uzay zamanının çok büyük oranlarda bükülmeye uğradığı noktalar içinden geçerek mümkün görmektedirler. Bugünkü bilim üzerinden konuşacak olursak,  Einstein’ın genel görecelik teorisine göre, uzay ve zaman, büyük kütleler karşısında bükülmeye uğramaktadır. Uzay bükülerek, diğer noktalarına doğru bir çeşit tüp geçitsel bir tünel oluşturur. Böylelikle,  uzayda bir noktadan bir diğer noktaya doğru kestirme yollara neden olabilir diye düşünülüyor.

Uzay ve zaman aynı alanın iki yüzü olduğu için, uzayın büküldüğü noktada zaman da bükülmeye uğramaktadır. Uzay bükülmesi, bir noktadan diğer uzay noktalarına doğru bizi çok kısa yollardan bağlayabildiği gibi, zamandaki bükülme de bizi şu anın, diğer geçmiş ve gelecekteki noktaları ile irtibatlayabilir şeklinde düşünülüyor.

Matematiksel denklemler de buna izin veriyor. Bu bahsettiğim, evrenin geometrik topolojik alan matrikslerini kullanarak yapılan ve bir uzay zaman bükülmesi sonucunda gerçekleşir.  “Zaman” uzaysal yer değiştirmenin ifadesidir.

-O zaman tüm bilimsel açıklamalar “Zaman Yolculuğu”nun mümkün olabileceğini gösteriyor. Peki, günümüz fizikçileri konuyla ilgili çalışmalar yapıyorlar mı?

-Evet, bilimsel  çalışmalar  “Zaman Yolculuğu”nun mümkün olabileceğini söylüyor.  Fakat konuyla ilgili çalışmalar, henüz kuramsal matematik boyutundan dışarı çıkabilmiş değildir. Gelecekten gelen ufoları zaman oycuları saymazsak, her şey henüz kağıt üzerindedir.

-Ufoların gelecekten geliyor olmasını nasıl açıklayabilirsiniz?

-Sadece bazı ufolar gelecekten geliyor. Ufolar başka zamanlardan, başka uzay boyutlarından ve başka yıldız sistemlerinden bize kadar gelen zeki yaşam formlarıdırlar. Dış dünyadan gelenler olduğu gibi bizim geleceğimizden, hatta geçmiş diye tabir ettiğimiz zaman bölgelerinden de bugüne gelenler var.

-Uzaylıları fizilsel ve ruhsal açıdan nasıl değerlendirebiliriz? Bize göre daha gelişmiş bir durumdalar mı?

-Bugünün dünya dışı gelişmiş medeniyetleri bizim geleceğimize doğru zaman yolculuğu yapabildikleri gibi, gelecekten de gelişmiş uygarlıklar bugüne gelebiliyorlar. Bazıları, tüm zamanda yolculuk yapabilenler ya da bu araçları kullanan her uygarlık, ruhsal olarak bizden çok gelişmiş olacak diye bir kaide yok. Ruhsal gelişmişlik ayrı bir durumdur. Mesela eski Amerikan Yerlileri, ya da bugünün aborjinleri(Avustralya Yerlileri) ruhsal anlayış açısından bizden daha gelişmişlerdir. Ama teknolojiye sahip diğer gelişmiş dünya insanları için bunu söylemek,  ne yazık ki zor.

İspanyolların gelişmiş gemileri, kılıçları, topları, atları, zırhları vardı, ama bu onların sadece bir yönü ile gelişmiş olduklarını gösterir. Oysa, Yerliler tüm bunlara sahip değillerdi, ama ruhsal olarak daha gelişmiş durumdaydılar. Ya da beyaz adam ve Kızılderilileri karşılaştıralım, aynı şey.

Daha güçlü ok ve mızrağa sahip olmak, bizi daha güçlü yapmaz.

Bu anlamda, her gelişmiş uzay uygarlığının pozitif bir ruhsal gelişmişliğe sahip olacağını söyleyemeyiz. İyiler kadar kötüler de var. Bilgi her varlığa açıktır.

-Bir de “Zaman” diye bir şey yok, geçmiş geçmişte kaldı, gelecekse henüz yaşanmadı, yaşanan şimdiki “AN”dır diyoruz. Bunu “Zaman Yolculuğu” ile nasıl ilişkilendirebiliriz?

-Zaman yok derken, mekan yok derken bu mecazi bir söylem. Elbette ki zaman ve mekan var. Yok derken zamanın, mekanın göreceli şeyler olduğundan bahsedilmek isteniyor. Yani zaman ve mekan sabit yapılar değil. Esnek, esneyebilen, uzayıp, kısalabilen plastiksi yapılar olduğunu izah için böyle deniyor. Zaman yok derken, zamanın onu nerden algıladığımıza bağlı olarak değişkenlik arz ettiğini ifade etmek istiyoruz.

Bize göre geçmiş olan, zamanın içindeki bir başka zihne göre gelecek olabiliyor. Mesela 1880’de, hali hazırda o zaman boyutundan bakan bir bilince göre 2005 yılı gelecektir, henüz yoktur. Ama 2010’daki bizlere göre 2005 yılı geçmişte kalmıştır. Demek ki geçmiş, gelecek ya da şimdi dediğimiz kavramlar zihnin içine girdiği zaman, frekanslara göre değişkenlik arz edebiliyor.

-Bilim adamlarının görüşlerini paylaştınız. Peki size göre zamanda yolculuk nedir? Nasıl gerçekleşebilir?

Bence, zamanın en güzel tanımı onun bir dalga, bir frekans bandı olduğu gerçeğidir. Zaman üç ana dalgaya ayrılır. Geçmiş zaman dalgası, şimdiki zaman dalgası ve onu takip eden gelecek zaman dalgası. Bu üç dalga boyutunun bir araya gelmesi zamanın temel tanımıdır. Evren ya da uzay dediğimiz aslında üst ve alt boyutlar olarak sonsuza uzanan bir boyutlar silsilesidir. Yani kısacası iç içe boyutların olduğu bir evrendeyiz aslında. Bizim uzay boyutumuzu belirleyen şey bir hız frekansıdır. Çevremizdeki maddeler hepsi de aynı temel tonda, tek bir noktada titreşen formlardır. Aynı tonda titreşen tüm noktalar bir araya gelerek aynı boyutu paylaşan noktalar kümesini meydana getirirler.

Yani biz kendi boyutumuz için,  misal olarak 15 milyarlık titreşim hızına sahibiz diyelim. Bu gerçek titreşim ölçüsü değildir, ama biz meseleyi anlatmak için şimdilik böyle bir sayı veriyoruz. Mesele belli bir titreşim hızının, bizim boyutumuzu belirlediğini bilmektir.

Saniyede 15 milyardan, 45 milyara kadar olan titreşim ortamlarına biz üçüncü boyut ortamları diyebiliriz. 45 milyardan, 100 milyarlık titreşim ortamlarına dördüncü boyut ortamları adını veririz. 15 milyardan, 1 milyarlık alt titreşim ortamlarını da ikinci boyut ortamları gibi görebiliriz. Farklı üst boyutlar, ya da alt boyutlar realitesi bir titreşim hızı derecesine dönüşmüş olur böylece.

Bizim boyutumuzda, her şey 15 milyarlık bir titreşimde olduğu için her şey birbiri ile çatışır, sürtüşür ve etkileşir. Ama gözümüzün önündeki maddenin titreşimini 15 milyardan, 16 milyara doğru hızlandırdığımızda, hızlıca dönen bir pervane misali madde gözlerimiz önünde görünmez olur, bir müddet sonra da üst boyuta geçerek kaybolur gider.

İşte boyut değiştirme dediğimiz şey ya da dördüncü boyuta geçmek dediğimiz şey budur. Yani üçüncü boyuttan dördüncü boyuta geçmek demek, hızlanan madde titreşimlerinin içine girmekte oldukları bir sonraki titreşim boyutuna geçmelerini simgeler. Hızlanan madde titreşimleri, bir sonraki boyuta geçer.

Bizim boyutumuzdaki temel titreşim dediğimiz,  saniyedeki 15 milyarlık titreşim hızı, bizim ışık hızı dediğimiz hıza karşılık gelir. Bu hız, zaman akış hızı dediğimiz bir hız düzeyidir. Her alemin ve boyutun kendine göre bir hız düzeyi ve ışık hızı değerliliği vardır.

Özetle; Zamanda yolculuk demek, ışık hızının üstündeki  bir hız düzeyine geçerek, üst hız plakası üzerinden (üst mekan kavramı içinden) geçiş ile yansımayla, kendi uzay boyutumuzun geçmiş ve gelecek zaman noktalarına yansıyabilmek demektir.

Burada yansımak ve geçiş derken bir titreşim alanından diğerine geçmek ve faklı alanlar içinde fiziki bir hareketten bahsediyorum. Yani bizim kendi zaman boyutlarımız içinde geçiş ( yada atlamak)   bir üst mekan ortamı içinde fiziki bir yerdeğiştirmeye karşılık gelmektedir.

Zaman yolculuğunun sırrı bir üst mekan fikrini kullanabilmekte saklıdır. Işıktan hızlı yolculukların fiziki anlamda mümkün olabilmesi için,  “üst mekan” fikri dediğimiz “hiper uzay” kavramının gündeme gelmesi gereklidir.

Üst mekan=Üst boyut

Üst mekan=Üst boyut=Dördüncü boyut=Üst titreşim hızları=Üst titreşim oktavları

Tüm bunlar aynı şeyin değişik izahlarıdır. Ya da kimileri buna “Süper Uzay” derler. İşte bilim adamlarının “kurt delikleri” teorileri de bu gerçeğe dair yapılan kurgusal betimlemelerdir. Aslında sandıkları gibi üst boyuta geçmek için kurt deliklerine, kara deliklere gerek yok. Bu kavramlar günümüz insanlığının, bahsettiğim kavramlara ulaşma yolunda oluşturdukları bebeklik adımlarıdır, ilk kuramlarıdır.

Bir zamandan diğerine atlamanın anahtarı, basitçe ışık frekanslarını değiştirebilmekten geçer.

Zaman Yolcuğu(2)

-Evrenin sonsuz olduğu söylenir?  Evrenin sonu var mı,  yok mu? Sonu olduğunu düşündüğümüzde, o sınırın dışında ne olduğu sorusuyla karşılaşıyoruz. Sonu olmadığını kabul ettiğimizde ise bunu aklımızın sınırları algılayamıyor. Bunu nasıl açıklayabilirsiniz?

-Evren dediğimiz bu sonsuz boşluk gerçekten sonsuz mu? Aslında evet, bir sonsuzluk var. Ama evren gerçekte  kendi üstüne kapalı bir sonsuzluk. Bir küre düşünelim, evreni de bu kürenin üstündeki çizgiler (Galaksiler, yıldızlar, gezegenler) ve orda dolaşan karıncalardan yani biz insanlardan ibaret olduğunu genel bir toparlama ile izah edebiliriz.  Bu kürenin çapı sonsuzdur. Buna göre hiçbir karınca bu kürenin tamamını dolaşıp aynı noktaya varamaz. Yani buna göre evren sonlu ama sınırsız bir yapı olarak karşımıza çıkar. Fakat bu sonlu olmak durumu, aslında biz insanlara ya da karıncalara göre düşünürsek yine bir sonsuzluğa tekabül eder.

-Belki garip bir soru olacak ama, sonu varsa o sonun dışında ne var diye sormak istiyorum. Sonlu sınırsızı anlayabilmek zor…

-Meseleyi tam olarak hayal edemezsek bu sorunun karşımıza çıkması çok doğal.

-Hayal edebilmekte zorlanıyor insan…

-Şimdi bir top düşünün ve bu topun iç çapını sonsuz olarak hayal edin. Bir insan için bu topun çevresi sonuçta asla dolaşılamaz. Sınırsızlık dediğimiz kavram bu noktada sonsuzluğa dönüşmüş olur. İnsan algı olarak bu sonlu ama sınırsız evreni zihnen anlamlandırabilir. Ama fiziksel olarak hesaplandığında evrenin çapı ya da küresel yüzeyi bir sonsuzluk olarak karşımıza çıkar. Yani zihnen bu sonsuzluk tek bir noktaya indirgenebilir, ama fiziksel adımlarla bunu saymaya kalktığımızda zihnimizin ulaştığı o bütünsel alana ulaşamayız. Sayılar sonsuza doğru uzanır gider. Zihin tam sonsuzluğu tek bir sıfır (0)  ya da bir (1) rakamı içinde sanal olarak resmedebilir. Felsefi olarak sonsuzluğu tek bir nokta olarak görmek gibi izah edebiliriz.

-İnançlarımız doğrultusunda evrene nasıl bakıyoruz?

-Evren devasa bir enerji sistemidir. Bir enerji alanıdır. Bu alan çevremizde gördüğümüz tüm moleküllerin, atomların, atom altı parçacıkların kaynağı durumunda olan bir enerjisel vakumdur. Varlığın ya da bu enerjinin ardındaki alan kendi zihinlerimizin ardındaki bir alanı (evrensel zihin) simgelemektedir. Yani sınırlı  insan şuurlarının ya da farkındalığının, idrakliliğinin kaynağı, enerjiyi de içine alıp var eden bu alandan (evrensel zihin) kaynaklanır. Buna göre aslında çevremizdeki maddelerin ya da onları da içine alan uzay ve zaman denen boyutlarında, bu bahsettiğimiz idrak noktasının içinde kendine yer edinip mevcutluk kazandıklarını söyleyebiliriz.

Bu anlamda her şeyin mevcudiyeti,  yani tüm sonsuzluk bizim idrak noktamız içinde yayılıp genişleyerek kendine bir mekan ve zaman edinir. “İnsan nedir?” sorusunun yanıtını aradığımızda, insanın maddesel bir bedenden ibaret bir varlık olmadığı gerçeğiyle karşılaşırız. İnsan, bu anlamda düşünceye sahip bir beden değil, bedene sahip bir düşüncedir gerçeğine ulaşırız.

Yani bu demektir ki, şuurun kaynağı maddenin kendisi değildir. Maddenin kaynağı şuurun kendisidir. Şuur madde içinde yer almaz. Madde şuurun içinde var olur. Madde doğrudan yokluğun içinde yer tutmaz. Şuur da kendini, kendi yokluğuna yaslayarak mevcut olur.

Diğer bir ifade ile…

Bizler kaynağı maddeler Dünyası olan Bilinçler değiliz. Fiziksel bedenimiz varolmak için kendi idrakimizin içinde mevcudiyet kazanır.Ve evren tek bir ilahi (evrensel) idrak noktasından ibarettir.Tüm madde o ilahi bilincin yansımasıdır. Ama maddenin kendisi o demek değildir. Madde yine o bilincin gölgesi mertebesindedir. Kendi gerçeğimize dokunduğumuz tek AN kendi bilincimizin farkına vardığımız ANdır!

-Şuur nerededir?

-Görülen evren ve maddeler evrensel şuurun yansımasıdır, ama yine de şuurun kendisi demek değildirler. Yani şuur, evrensel zihin dediğimiz İlahi bilincin (Tanrı, Allah) bir yansımasıdır. Evren onun görüntüsüdür. Ama bu görüntüler o demek değildir. İlahi bilinç, hem madde olarak görünendir, ama aynı zamanda ondan ayrı olandır. Hem ondandır,  hem ondan değildir. Görünenler onun yansımasıdır, ama bu yansımalar “O mudur?” dersek, hayır o değildir. O, bu yansımalar olmayan daha başka bir şeydir. Şekiller dediğimiz tüm şablonlar dünyası, onun bir yansımasıdır. Ama bunları yansıtan o şekilsiz olanlardır. Tüm zamanlar ve mekanlar iç içe bir şekilde o zamansızlık ve mekansızlık içinde yayılırlar.

O, bir sonsuz şimdiki zamandır. Orası bir zamansızlık demidir. Mekansızlıktır… O mekan içinde mekanlar saklıdır. O zaman içinde zamanlar saklıdır.

-Işınlamayı nasıl açıklayabilirsiniz? Işınlanma nedir? Hiç denendi mi?

-Işınlama parapsikolojik anlamda ruhsal güçlerin veya enerjilerin fizik beden içinde aktif hale getirilmesiyle olabilir. Ama biz teknik olarak konuyu irdelersek meselenin değişik izahları vardır. Işınlama olayının değişik teknolojik uygulamaları olabilir. İnsanların gelecekte yapabilecekleri en basit ışınlama tekniği maddelere bir ışın ya da dalga enerjisi vererek, maddelerin atomik bağlarının hafifçe açılması ve maddenin genişleyip görünmez olması ile birlikte, bu görünmez sis bulutu formatındaki üç boyutlu atomik zarfın, bir noktadan diğerine ışık hızında gönderilmesi söz konusu olabilir.

Bu yöntemle insanlar yakın gelecekte bir kabinden diğerine postalarını, kargolarını, eşyalarını gönderebilecekler. Ama daha sonra bu yöntemle insanlar ve canlılar da taşınabilecek. Bu ilkel bir ışınlama yöntemidir.

-Bunu yıllar önce “Uzay Yolu” dizisinde ve birçok bilimkurgu filmde izlemiştik…

-Bilimkurgu filmlerde, sadece görsel bir efekt olarak işleniyor ama bilimsel temelleri  henüz oluşturulabilmiş değil.

-Yanlış hatırlamıyorsam, geçtiğimiz yıllarda denenmişti ışınlama…

-Daha ileri bir teknolojide, maddelerin kendi boyutlarını belirleyen ana titreşim dalgaları üzerinde, rezonans frekansları ve maddenin uzay ve zaman çerçevesi ile oynayarak, maddeyi başka bir boyut içine  (üst boyut-dördüncü boyut) yükseltmek ve   ışık hızı duvarının üstünden  maddeyi atlatmak  diğer bir uzay noktasına doğru transfer etmek mümkündür.

Bugün bilim adamları, kuantum teorisindeki “Yerellik ilkesi” dedikleri yöntemle, bir kuantum bilgisinin diğer bir yere ışık hızından daha hızlı aktarılması esasına dayanan bir bilgi nakli (parçacık durumu bilgisi) ile ışınlamayı başardık diyorlar. Ama bu sadece kuramsal bir yaklaşım ve teorik bir yorum. Aslında bahsedilen yöntem bir ışınlama yöntemi değil, tamamen kuantum felsefesinden yola çıkan bilimkurgusal bir yorumdur.

Bilimkurguda ışınlama (teleportasyon), bir nesnenin tam bir kopyasını bulunduğundan farklı bir yerde yaratıp gerçeğini yok etmek anlamına geliyor. Belli bir nesnenin maddesel özellikleri taranıyor; bu bilgiler başka bir yere aktarılarak nesne orada yeniden yapılandırılıyor. Bu yolla insanlar hiç zarar görmeden ve hiç zaman geçirmeden istedikleri kadar uzağa gidebiliyorlar.

Bilim adamları, bir ışık parçacığını, bir yerden başka bir yere ışınlamayı başardık derken aslında olan şey herhangi bir madde aktarımı değildir.Sadece birbirine uzak iki kuantum  sistemine ait  kuantum durum bilgisidir. Bir ışık demeti düşünelim. Bu ışık demetini iki ayrı yöne (A ve B noktasına) gidecek şekilde böldüğümüzde A noktasındaki ışınımın kuantum durumunu ( spin, kutup) ölçtüğümüzde aynı ölçümün bir kopyasını B noktasında elde ediyoruz. Bu süreçte iki ayrı yöne giden  ışık parçacıkları, “ruh ikizi” gibi davranıyorlar. Işınlar (fotonlar) ayrı yönlere gitseler bile, bir fotona yapılan bir işlem, ötekini de etkiliyordu. Araştırmacılar, ışınlamada taşıyıcı olarak bu kuantum durum bilgisinin kullanılabileceğini düşünüyorlar.

Gerçekte ışınlama maddeye ait moleküler atomik kompozisyon bilgisinin bir yerden diğerine nakli demek değildir. Işınlamanın özünde maddenin kendi atomik ve moleküler yapısının, kimyasal özelliklerini bozmadan, maddeyi çözmeden maddenin bir diğer noktaya nakli olayıdır.

Işınlamanın anahtarı, maddeleri belli enerjilerle kaplayıp görünmez yapıp, onlara boyut atlatmak gibi düşünülebilir. Sanki takyon denen ışıktan hızlı enerjilerle maddeyi kaplayarak görünmez yapıp uzay zaman çizgileri arasında sıçratmak gibi bir şey bu.

Ama bugünün bilim adamları ışınlamak deyince,  maddenin kendisini olduğu gibi diğer bir noktaya taşıma fikrinden çok, maddenin atomik bilgisini diğer bir noktaya fakslamak gibi düşünüyorlar. Bu düşünce kuramsal ve matematiksel olarak mantıklı ama, uygulamada bu iş böyle olmaz.

-Peki sizce ışınlama nasıl olmalı?

-Işınlamanın anahtarı maddeyi manyetik bir takım enerjilerle kaplayarak görünmez yapıp  uzay zaman boyutu ile oynayarak bir diğer noktaya doğru öteleyip kaydırmak fikri olmalıdır. Madde bir uzay zaman boyutu içindedir. Işınlama ;  manyetik enerjiler ve bu boyutsal çizgilerle oynayarak, maddeyi uzay zamanın diğer çizgileri içerisine doğru sıçratmak demektir. Sanki maddenin içine girdiği uzay zaman çizgilerini manyetik etkilerle bir lastik gibi eğip bükerek  yerçekimsel bir sapan etkisi yaratıp  maddeyi ışık hızı ya da ışık hızı duvarının üstünden atlatacak şekilde fırlatmak gibi düşünülebilir.

1943 yılında Amerika Birleşik Devletleri denizcilik donanması gemilerini, düşman radarlarına görünmez yapmak için Philadelphia deneyi adı altında, bir görünmezlik projesi üzerinde çalışmışlardı. Bu deneyde söylentilere göre çok güçlü manyetik alanlar yaratılarak, geminin bu yoğun alan içinde radar dalgalarına karşı görünmezlik kazanacağı düşünülmüştür. Ama deney yapıldığında, gemi sadece radarlara görünmez olmakla kalmadı, fiziksel olarak da ortadan kaybolmuştu.

-Çok ilginç, peki gemi bir daha ortaya çıkmadı mı?

-Gözlemci raporlarına göre, gemi 640 kilometre ötedeki, Norfolk limanında görünmüş ve tekrar kaybolduğu Philadelphia kıyılarında görünmüştü. Yani saniyeler içinde gemi 640 kilometrelik bir yolu kat etmişti.  Böyle bir bilgi var, ama resmi makamlarca hiç onaylanmadı. Bu olay, araştırmacılar arasında söylenti olarak dolaşan bir efsane haline dönüştü. Benim kendi kişisel kanım ve araştırmalarım bu deneyimin yapıldığı yönündedir.

-Daha sonraki yıllarda, benzer deneyimler yaşandı mı?

-Söylentilere göre bu deneyler Montauk Projesi denen bir çalışma altında devam ettirilmiş. Hatta zaman yolculuğu denemelerinin de yapıldığı rivayetler arasındadır. Bununla birlikte ABD ordusunun dünya dışı zeki varlıklarla bağlantı kurduğu ve benzeri teknolojileri onlardan aldıkları söylenmektedir.

-Bu söylentilerin doğru olup, olmadığı yönünde sizin düşünceleriniz neler?

-Hikayeler İkinci Dünya Savaşı yıllarına Nazilere kadar gidiyor. Nazi uçan daireleri teknolojisi, Nikola Tesla Bağlantısı, Philadelphia Deneyi ve 51 Area( 51.Bölge) bölgesi dahilinde bir eksende birleşiyor. Benim ulaştığım bulgulara göre abartılan taraflar olsada genel olarak  bunların hepsi doğru.  Deneysel olarak tam bir başarı elde edilememiş olma ihtimali olsa da zaman yolculuğu yada elektromanyetik sevk teknolojilerine dair  ön çalışmaların yapıldığını ve bu teknolojilerin anlaşılmaya çalışıldığını düşünüyorum.

Kesinlikle zamanda yolculuğunun mümkün olduğunu söyleyebilirim. Dünya dışı  zeki varlıkların UFO’ları ( uzay araçları) ile ışık hızını aşarak bizim Dünyamıza kadar gelebildikleri konusunda kendi içimde  kesin bulgulara ulaştım.

Demek istediğim şey zamanda yolculuk var! Işık hızını aşmakta mümkün!  Sorun şu ki uzaylıların olup olmaması  yada Dünyada birilerinin bu deneyleri yapıp yapmamalarıda bir noktadan sonra çok önemli değil. Önemli olan şey, enerji, madde, uzay, zaman kuramlarını insan aklının yüksek görüş gücü altında incelediğimizde gerçekten pek çok olağan üstü keşfin mümkün olduğu gerçeğidir.

-NASA’nın bu ve benzer bilgileri elinde bulundurduğu, fakat açıklamadığı söyleniyor. Bu konudaki görüşleriniz neler?

-NASA halka açık bir sivil araştırma ofisi gibi çalışır. Ama ileri düzeyli fikirler ve deneyler gizli tutulur. NASA’daki uzmanlar da, bu büyük bilmecenin sadece küçük bir kısmından haberdarlar.Fakat NASA'nın kendi içinde özel çalışma grupları olabilir.

Peki bilenler  ve bu çalışmaların içindeki kilit adamlar kimler?

Bilenler kendilerini  afişe etmez, ama bu deneye katılan ve sonradan ayrılan bir çok yetkili insan yapılan çalışmalardan söz etmiştir. Mesela 51. Bölgede bu uzay araçlarını(UFO) inceleyen biri var, adı Bob Lazar. O, bu araçların bir çok mühendislik bilgisini açıkladı.

Alfred Bielek denen bir şahıs,  Philadelphia Deneyine katılmıştı. Sonra Preston Nicholes ve Duncan Cameron gibi bu deneylerle bağlantılı insanlar var. Bunların yanında, öldürülen bilim adamları da var. Örneğin, Dr. Morris Jessup  Philadelphia Deneyi araştırmaları sırasında 1950’lerde öldürüldü.

-Bu deneyler, ışınlanma deneyleri mi, zaman yolculuğu deneyleri mi?

-Zaman yolculuğu denemeleri de var. Zaten ışınlama teknolojisi,  zaman yolculuğu teknolojisinden ayrı bir teknoloji değil. UFO teknolojisi de sözünü ettiğimiz teknolojilere yakındır.

Bu teknolojilerdeki temel prensip aynı;  yani çok küçük bir enerji ile uzay ve zaman alanına müdahale edebilmek! İnsanlar bu enerjiye, bu teknolojiye sahip olduklarında, bununla uzay gemilerini bile ışık hızından daha üst hızlara doğru çıkarmak, boyut değiştirmek mümkün olacaktır. Mesele çok küçük sistemler içinde devasa enerjileri üretebilmek.

-Anti çekim nedir ve bu anlattığınız teknolojilerle bir bağlantısı var mıdır?

- Anti çekim aynı teknolojiyle bağlantılı. Anti çekimi anlatmadan önce yerçekiminin ne olduğundan söz etmek isterim. Yerçekimi; Uzay zaman alanı içindeki devasa kütleler (yıldızlar, gezegenler vb.)çevresindeki uzay zaman çizgilerinin bükülerek, üç boyutlu alan içinde bir derinlik farkı oluşturmasıyla meydana gelen,  bir uzay zaman boyut kısalmasını ifade eder. Bu söylediğim tanımlama, şu anda Dünyadaki bilim adamları tarafından telaffuz edilmemiştir. İlk kez ben söylüyorum. Yerçekimine sadece uzay zamandaki bir bükülme demek tek başına yeterli bir tanımlama değil.

Sonuçta genel görecelik kuramının öne sürdüğü gibi, yerçekimi bir uzay zaman alanında meydana gelen bir eğilme ya da bükülmedir. Ki bu tanımlama eksik olmakla birlikte, doğru bir tanımlamadır. Eksiktir, ama yanlış değildir.

Bu anlamda yerçekimini kontrol etmek demek, yine uzay zaman dediğimiz dokumanın kendisine manyetik enerjilerle bağlanarak ve bu uzay zaman çizgilerini tamamen bizi iten, zıt bir ters çekim etkisi oluşturacak şekilde bir bükme etkisi oluşturmaktır. Bu da uzay gemimizi dünyadan yukarıya doğru itilmesini sağlamak demektir. Aslında bu itilmeyle, kendimizi yukarı doğru çekmeyi sağlayacak alansal bir uzay zaman etkisi (ters yerçekimsel etki)meydana getirmek demektir.

Yani, karşıt çekim alanı diye bir şey yok aslında. Yine yerçekimsel alanı biz kendimiz üretip, bu alanı kendimizi yukarı doğru kaldıran bir alan yapılanmasına dönüştürüyoruz.

-Anti çekim diye bir şey yok anladığım kadarıyla…

-Dünya gezegeni çevresindeki uzay zaman alanını nasıl büküp eğriltip, bizi içine çeken bir yerçekimsel tuzak etkisine neden oluyorsa, aynı yerçekimsel atmosferi biz uzay gemimiz içinde ya da çevresinde oluşturuyoruz ve bu alanı bizi yukarı doğru, Dünya çekiminin tersi yönde çekecek şekilde yeniden düzenliyoruz. Buradan çıkan sonuca göre, aslında anti yerçekimi diyebileceğimiz,  bir mıknatısın kutupları gibi bizi itecek zıt çekim alanı diye bir şey yok.

Dünya üstünde, enerji alanlarını kullanarak bir antiçekim alanı oluşturamayız.  Ama Dünyanın yerçekimsel alanını nötralize edecek, iptal edecek bir yapay güç alanı oluşturabiliriz. Yani Dünya üstünde  uzaydaki gibi bir sıfır çekim ortamı oluşturabiliriz. Bir yerçekimsiz alan  (sıfır çekim ortamı) oluşturmak demek antiçekim alanı oluşturmak demek değildir.

Sadece kütle çekimi vardır. Zıt kütle çekimi denilebilecek bir alan yoktur evrende…

Biz yine, kütle çekimsel alanı (yerçekimsel etki alanını) suni olarak üretip yerçekimine karşı kullanıyoruz.  Bunun dahiyane bir fikir olduğunu kabul ediyorum. Bu benim araştırmalarım sonucunda elde ettiğim kendi fikrim, bunu bilim adamları düşünebilmiş değil.

Uzay zamanda bir cismi yada maddeyi  tepkimel itim sitemleri  ( foton roketleri, iyon roketleri, anti madde roketleri) kullanarak  ışık hızında hızlandırabilmek mümkün değildir.  Bir maddeyi ışık hızında hareket ettirebilmek için hızları ışık hızına tekabül eden yerçekimsel  uzay zaman dalgalarını kullanmamız gerekir.  Işık hızı ( ışık dalgaları) ve yerçekimsel dalgalar arasında ilginç matematiksel bağlantılar var. Mesele bir uzay gemisini bu yerçekimsel dalgalara bağlayıp bu dalgalar boyunca su dalgaları üstünde kayan  sörf tahtası gibi kaydırıp yürütebilmek.

Bir uzay gemisini uzay/zamanın boyutları içinde ışık hızında yürütebilmek için geminin içine girdiği uzay/zaman dokumasının çizgilerini  hareket  yönünde  büküp odaklayarak uzay gemimizin az ilerisinde bizi çeken karadeliksel (yerçekimsel ) bir güç yaratmalıyız. Böylece karadeliksel çekiş gücü  elde etmiş oluruz. Uzay gemisinin az ilerisindeki bu karadelik aracın güç alanı çizgilerine bağlı olduğundan araç hiçbir zaman o karadelik tarafından yutulmayacak ama sonsuza dek uzay/zamanın çizgileri boyunca ışık hızında bu yapay karadeliğin peşinden sürüklenecektir. Araç kendi uzay/ zaman dokumasınıda beraberinde taşıyacağından dolayı araç içindeki yolcular bir G kuvveti (ivmelenme) hissetmeyeceklerdir. Çünkü tüm araç ve içindekiler atomlarından moleküler bağlarına kadar aynı güç alanı içinde hep birlikte hızlanacaklardır. Bu araç kendi yerçekimsel alanınıda beraber taşıdığından dönerekte gitse taklalar atarakta gitse yolcular için her şey normal görünecektir. Bu şuna benziyor; Dünya gezeni kendi yerçekimi alanına sahip olduğu için uzay içinde  Dünyamız nasıl hareket ederse etsin insanların taban ve tavan duygusu yerçekiminden dolayı değişmez.

Bu  gravitasyonel dalgalarla ( yerçekimsel dalgalar)  hareket sistemini şuna benzetebiliriz:

Bir at arabası düşünelim. Bir de ucunda havuç olan uzunca bir sopa elimizde olsun.At arabasına oturup  ucunda havuç olan sopayı atın  az ilerisine doğru tuttuğumuzda at havucu yemek için uzandığında at arabasıda  atla birlikte hareket edeceğinden ucunda havuç olan sopamızda bir adım daha öteye kayacaktır. Böylelikle   at havuca hiçbir zaman yetişemeyecek ve sonsuz bir hareket ve devinim döngüsü içine girmiş olacağız. Bu  GRAVİTİK ASILIM teorisine göre tek sorun uzay/zaman dokumasını  istenilen şekilde bükmek için istenilen enerji kaynağını nasıl temin edebileceğimiz sorunudur. Mesele çok az bir enerji ile kolayca  uzay/ zamanı nasıl  eğip bükebiliriz? Sorulması gereken soru budur. Ve bunun yanıtını Rezonans Frekansları denen bir akustik biliminde bulabiliriz.

Eğer önünüzde duran bir bardağa, onun tabii frekansına uyan bir frekansta bağırabilirseniz, daha doğrusu bir ses dalgası gönderebilirseniz, bardağın tabii frekansı ile sesin frekansı çakışarak, bardaktaki titreşimi kontrolsüz bir şekilde artırır, bardak rezonansa girer ve sonuçta çatlayabilir veya kırılabilir.

Ben aynı şekilde uzay zamanın devirsel bir titreşim frekansı olduğunu düşünüyorum. Bardak gibi uzay/zaman dokumasınında bir rezonans frekansının olduğunu düşünüyorum. Tabiki bardağın atom ve  moleküllerini ses dalgaları ile etkilediğimiz gibi  uzay/zamanı’da tasarlanmış elektromanyetik alan frekansları ile etkileyebileceğimizi düşünüyorum.

Eğer dünyadaki bilim adamları sesimi duyarlarsa bu fikrimi uygulamaya koymak için teknik destek isteyebilirim.

-Dileğiniz buysa, bizim dileğimiz de sizin bunu yerine getirebilmeniz. Peki, yerçekimi Dünyada farklı, uzayda farklı mı? Bunu nasıl açıklamak gerekli?

-Yerçekimi evrenin her yerinde mevcut olan bir kuvvettir. Kanun olarak bu böyledir. Uzay boşluğunda yoktur, sadece gezegen ve gök cisimleri, yani kütleler çevresinde vardır. Kütle derken, parçacık karakteri kazanmış bir dalga enerjisi çevresinde yerçekimi ortaya çıkar.

 Dünyanın çekiminden uzaklaşınca çekim yine var, ama mikro düzeyde olduğundan insanlar bunu algılamaz. Yerçekimsizliğin esprisi de burada zaten. Ancak sıfır çekim ortamı için, yıldızlar arası boş bir alana gitmek gerekli. Gezegenlerin yıldızların olmadığı uzay boşluğunda yerçekimsel etki sıfırdır.

-Araştırmalarınız ile elde ettiğiniz bu birikimler sizi “Zaman Yolculuğu İnceleme ve Araştırma Merkezi”ni  kurmaya kadar götürdü. Bu aşamadan sonra beklentileriniz neler?

-Elbette ki bu bilgiler bizimle birlikte kaybolmamalı. Bizim laboratuar imkanlarımız sınırlı, ilerde birileri bu fikirlerimizi test etmek isteyebilir. Bu araştırmalar, bu meseleler bizimle birlikte bitmemeli, gelecek nesillere bu düşüncelerimiz miras kalmalı.

Bir gün birileri bu fikirleri uygulamaya dökecek teknik imkanları bulabilir. Bunu insanlık olarak düşünmek lazım.  Her şey fikirler, düşünceler ve vizyonlarla başlar.

Ortada bir görüş gücü, bir yüksek vizyon yoksa dünya üstünü sayısız akademilerin, üniversitelerin doldurmasının, insanlık gelişimi için çok da bir faydası yok. Ancak bir yere kadar.

Gelişimin ve ilerlemenin anahtarı vizyon sahibi olabilmekten geçer. Önce şuur olarak, düşünce olarak olayı yakalamak, mevzunun ya da o yüksek teknolojilerin içine girebilmek lazım. Önce hayal gücünün o noktalara ulaşabilmesi gerekir.

Bu yüzden insanın soyut düşünebilmek yeteneğinin gelişmiş olması lazım. Soyut olmadan somut bir gelişim olmaz.

Bir çok icat hep hayal gücü ile başlamıştır. Uçmayı Wright kardeşler hayal etmeseydi bugün bir ülkeden diğerine devasa yolcu uçakları ile gidiyor olamayacaktık.

Bizler belki hayallerimizin sonuna kadar gidecek şartlara ve koşullara sahip olamayabiliriz, ama bizden sonrakiler bu yolculuğu devralıp, o hayali gerçek kılabilirler.

O noktalara yürüyüp o hayalleri somut dünyanın bir parçası haline getirebilirler. İşte bu geleceği yaratmaktır, işte bu değişimdir.

 

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

 © 1998 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

Ana Sayfa / Index / Roket bilimi / E-Mail / Kuantum Fizigi / Astronomy

                                       / Time Travel Technology / UFO Galerisi / UFO Technology /