-- Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 1998 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkey / Denizli --

Not: Bu belge her hangi bir düzeltmeye maruz kalmamış (gramer ve anlatım açısından) “philly” olarak bilinen ve asc veya zip formunda orijinal bir belgedir. Bu konuşmanın (belgenin) sahibi olan Clay Tippen orijinal metnin değişmesini istemediği için belgenin adını “Bielek90” olarak değiştirdim ki orjinalinden farklı bir belge olsun. Bazı isimlerin söylenişi, cümlelerdeki uyumsuzluk...vb (Tippen’in bunu video kasetten kopyalaması ve Al Bielek’in terminolojisi pek iyi bilmemesinden dolayı) gibi hatalar vardı. Ben de bütün belgenin düzeltilmesinin ve BBS’nin içinde farklı bir dosyaya yüklemenin önemli olacağını düşündüm........Rick Anderson 10\92

             

 

 Al Bielek’in Mufon Konferansı’ndaki Konuşması, Ocak 13, 1990

Philadelphia Deneyi ve Montauk Projesi ön konuşmasının yeniden düzenlenmiş sureti 12,1991

Clay Tippen

( İmla hataları ve bilinemeyen bazı kelime ve isimlerin tanımlanması Rick Andersen tarafından Ekim 1992’de yapıldı. )

   Bu doküman ücretsiz bir yayımdır. Philadelphia Deneyi hakkında daha fazla bilgi sahibi olunması amacıyla yayınlanmıştır. İstediğiniz BBS’ye yüklemekte serbestsiniz. Lütfen dosyada herhangi bir ekleme veya değişiklik yapmayın.  Bir değişiklik yapmadan bir bütünlük içinde yayın. Dökümanla ilgili bildiğiniz farklı kanıtlar varsa lütfen sayfanın sonundaki adrese gönderin. Bu doküman video kasetten aktarılmıştır. Kaset, 1990 Mayısı veya Haziranında elime geçti. Kasedi defalarca izledikten sonra arkadaşlarıma da gösterdim. Bazıları inandı bazılarıysa inanmadı. Şimdi kendi kararınızı verebilirsiniz. Alfred Bielek Philadelphia Deneyi’nden sağ olarak kurtulanlardan biridir. Bielek’in söylediği bazı isimler ve yerler kayıt problemleri ve Bielek’in ağzında gevelemesinden dolayı anlaşılamadı. Adını daha önce duymadığım bir sürü yer ismi...vb vardı ve bu anlaşılmaz isimleri nasıl düzeltip anlaşılır hale getireceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu.  Bazılarının doğruluğunu falan araştırdım. Bazı kelimeler ingilizce’ye uymuyordu. Doküman konferans konuşmasının birebir aynısıydı. Konferans, Dallas TX’deki Mufon Metroplex’inde Ufo toplantısı olarak yapıldı. Konferans tarihi 13 Ocak 1990’dı. Konuşmacı Alfred Bielek’di. Deneyin nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlatan bir konuşmaydı.

SUNUCU:

     Bu geceki konuşmacımız Alfred Bielek, O’nu geçtiğimiz Eylül ayında Phoenix’deki Ufo konferansında duymuştum ve bence diğer konuşmacılardan daha ilginç birisi, hatta en az konunun kendisi kadar ilginç. Philadelphia Deneyine bulaşmış olup da bunu sizinle paylaşan başka birini daha tanımıyorum. Ve kendisi de. Sanıyorum ki heyecanlı bir program olacak.

     Şimdi UFO’larla ilgili bağzı bağlantılar var. Bu konu hakkında ufak bilgiler verecek size. Fakat çalıştığı bazı projeler gerçekten de hala gizli, ve bazılarının da UFO’larla ilgisi yok. Bu yüzden bazılarından bahsetmeyecek ve bazıları hakkında ufak bir özet sunacak. Bence gerçekten de Ufo’larla ilgili bir sürü devlet sırrı var ve hükümet bunların çoğunu inkar edecek. Bu bağlamda grubumuzda ilgi çekici tartışmalar olacağa benzer. Ve karşınızda Alfred Bielek!

 

                                             -- PHILADELPHIA DENEYİ--

     Anons edildiği üzere benim adım Alfred Bielek, Philadelphia Deneyi’nden sağ olarak kurtuldum. Başlamadan önce burada bulunan insanlara sormak istiyorum, Kaçınız Philadelphia Deneyi’ni  biliyorsunuz?....

     Kalkan fazla el göremiyorum... E galiba ikinci sorum biraz gereksiz olacak herhalde. Kaçınızın bu deneyin savaş zamamında başlayıp başlamadığına dair bilgisi var? II. Dünya Savaşı sırasında 1941-42 diyelim. Kaçınız ne zaman başladığını biliyorsunuz? Bu konda bilgili çok az insan var..... birkaç el kalksın. Ya da deneyin daha da önce başladığını düşünen var mı? Aranızda daha önce başladığını düşünenler varsa, doğru düşünüyorlar.

     Aslında bu işin başlangıç noktası 1931-32 yıllarında garip küçük bir şehir olan İllionis eyaletindeki Şikago’dur. O yıllarda, yani 1920lerde ve 30larda, popüler literatür üzerine bir sürü spekülasyon yapılıyordu. Görünmezlikle ilgili olarak objeleri görünmez yapmak, ya da insanı görünmez yapmak, hatta teleportasyonla ilgili “popüler bilim”, “popüler mekanik”, “bilimsel resimleme” adı altında çeşitli literatürler oluşturma çabası vardı.

     Tahminimce o zamanlarda insanlar bilimsel  başarının koşullarını neredeyse yerine getirmekten, başarıya çok yaklaştıklarından bahsediyorlardı. En ufak bir gelişim bile büyük spekülasyonlara yol açıyordu. 1931’de birileri birşeyler yapmaya karar verip Şikago Üniversitesi’nde birliktelip oluşturmuşlardır. Bu işe girişen üç kişi vardı, Dr. Nikola Tesla, Dr. John Hutchinson ve Avusturya’dan gelen ve sonradan rektör olacak olan Şikago Üniversitesi Dekanı Dr. Kirtenauer. O zamanın şartlarına göre bu işi başarıp başaramayacaklarına dair küük bir araştırma yaptılar. O dönemde başarı çok uzak bir ihtimaldi onlar için. Bir süre sonra bütün proje Princeton’daki İleri Çalışmalar Enstitüsü’ne kaydırıldı.

     İleri Çalışmalar Enstitüsü ilginç bir organizasyondu. Herhangi bir üniversiteye ya da Princeton’a bağlı bir kurum değildi. Princeton arazisi üzerindeydi ama tamamen bağımsız bir statüsü vardı. 1933’de kimin yardımıyla ya da ne amaçla kurulduğunu gerçekten söyleyemem. Sadece birileri bunu ileri çalışmalar için, post-doktoral araştırmalar ve bu tarz şeyler için kurdu. Bu kişilerin en bilineni Albert Einstein’dir. O’nun hakkında bir şey söylemeye gerek yok çünkü hepiniz onu çok iyi tanıyorsunuz. Kurula 1933’de katıldı. Almanya’nın Bonn kentinden 1930’da ABD’ye geldi. (bazı otobiyografilerde 1933 dense de aslında gerçekten de 1930’da gelmiştir.)

Pasadena’ya (Ca.) gitti. Cal – Tech’de öğretmenlik yapıyordu. Orada 3 sene kadar kaldı. 1933’de Enstitü’ye davet edildi ve ölümüne kadar da orada kaldı. Einstein’in ilkeleri fizik alanı içindeki kuramsal fizik, kuramsal insan, kesin matematik’di. En iyi bilinen ilkeleri Özel İzafiyet Teorisi, kendi Genel İzafiyet Teorisi ve kuramsal Bütünleşmiş Alan Teorisi’dir.

     Diğer kişiler de hemen hemen aynı zamanlarda katılım gösterdiler. Bunların içinde en önemli şahıs hiç kuşkusuz Budapeşte, Macaristan’da doğan Dr. John Neumann’dır. Derecesini matematikten aldı. 1925’de Budapeşte’de felsefe doktorasını matematik üzerine yaptı. Alman üniversitesinde 4 sene 2 değişik dalda öğretmenlik yaptı. O yıllarda çok önemli bir şahsiyet olan Dr. Robert Oppenheimer ile tanıştı.

     Şimdilerde Oppenheimer daha popüler. Teoriksel adamdı ve teoriksel matematikçiydi. Fakat saf teorileri de uygulamayı bilirdi. Einstein öyle değildi. Bu da çok önemlidir. Diğer katılımcılardan biri öğretmenlik yaptığı üniversitesine geri döndü. Notlarıma bir bakayım, evet adı David Hilbert. Muhtemelen hiçbiriniz bu ismi daha önce duymamıştır. Avrupa’da en göze çarpan matematikçiydi. Bildiğim kadarıyla Avrupa’yı hiç terketmedi. Almanya’da doğdu, büyüdü ve tahminen 1965’de aynı yerde öldü. Fakat o da çemberin içindeydi. Hilbert, en bilinen ve hatırlanan “Hilbert Uzayı” adı verilen matematik formunun geliştiricisidir. Matematikçilerin bakış açısını değiştirecek olan matematiksel çoklu gerçekler çoklu uzay kuramlarını buldu. Buradaki çoğumuz için bunlar anlamsız gelebilir. Hatta dışarıdaki normal bir insan için bile bir anlam ifade etmeyebilir. Fakat özellikle fizikçiler ve matematikçiler için çok önemli kuramlardır ki bu kuramlar Philadelphia Deneyi’ne zemin hazırlamıştır.

     Hilbert ve Von Neumann bir araya geldiler. Von Neumann, Almanya’da Hilbert ve çalışmaları hakkında Almanca bir yazı yazdı. Ve Von Neumann bu çalışmaları alıp geliştirdi. Von Neumann matematiksel daireler konusunda hilbert gibi en çok tanınan bilimadamıdır. Bazı çalışmaları da basılmıştır. Tanınmasını sağlayan teorilerden biri de “Oyun teorisi” dir. Ayrıca ring operatörleri sistemini ve de çeşitli cebir türleri geliştirmiştir. Onun matematiğine ulaşabilen insan pek olmamıştır.

     Diğer kişiler bu projede önemli konuma gelmişlerdir. 1934’de projeyi enstitüye taşıdılar. Ve Dr. Tesla burada faaliyetlerine başlar. Tesla çok önemli bir şahıstır. O’nun hikayesi de bilinir. Yugoslavya’da hayatını anlatan Segrabe Prodüksiyon’dan çıkan bir  filmi vardır. 1856’da doğdu. Aynı zamanda lisesine devam ettiği jimlastik okuluna gitti. Ardından üniversiteye başladı. Babası üniversiteye devam ederken öldü. Bu yüzden yardım bağışlarından da oldu ve normal eğitimine devam edemedi. Fakat okuldaki profesörlerin yerine bakıyordu. Bu sayede derslere girebiliyordu. Western Union’da belli bir süre için iş buldu. Daha sonra Edison Corp’a girdi. Ardından 1884’de ABD’ye gitmeye karar verdi. Edison’un adamlarından referansa benzer yazı aldı. Beraberinde 11 dil bilen zihni, cebinde 4 sent, bir şiir kitabı ve Edison’a verilecek referans yazısı vardı. O yazı onun için en önemli şeydi, çünkü o zamanlarda en büyük desteği o mektuptan alıyordu. 

     Edison’la tanıştırıldı ve hemen elektrik hakkındaki farklı düşüncelerini tartışmaya girdi.

Edison (DC man) doğru akım’cıydı ve Tesla da bilindiği gibi (AC man) dalgalı akımcıydı. Edison AC’yi kavrayamıyordu ve bu işte de bir taraf tutmak istemiyordu. Kendi yaptığı DC’li makineye ötekini de koydu. O işde Tesla 6 ay Edison’a çalıştı. Para konusunda çok şiddetli bir tartışma yaşadılar. Tesla problemi çözmeyi başarırsa Edison ona $50.000 prim verme sözü vermişti. Tesla işi zamanında bitirdi ve problemi de çözdü. Vadedilen primini almak için Edison’a gittiğinde Edison bunun bir Amerikan  şakası olduğunu söyleyerek güldü. Tesla bunun bir şaka olmadığını düşünüyordu ve toparlanıp oradan hemen ayrıldı. Tekrar hendek kazma işine döndü.

     Oradan ayrıldıktan sonra değişik insanlar tanıdı, değişik şeyler yaptı. Bunlardan biri Western Union’da  Amerikan Başkanı için çalışmaktı. Bir süre için onun için çalıştı. Başkan onun ilk laboratuvarını kurmasında yardımlarda bulundu. Zaman geçiyordu ve Tesla ABD vatandaşlığına geçti. Ve 1880’lerde ve 1890’larda bayaa popüler olan Elektrik Mühendisleri Enstitüsünde üniversite seviyesinde dersler verdi. E tabi Tesla da popüler olmuştu. AC teorisini içeren çeşitli konular ve elektrik gücü gibi çeşitli çalışmaları gerçekten kayda değer örneklerdi. Oradaki herkesin de ilgilendiği gibi onun yaptığı herşey kayda değerdi.

     Bir yerde elektriksel teorisi ve AC gücü ile ilgili bir gösteri yaptı. Seyircilerden biri George Westinghouse’du. Tahminen 1889’da Westinghouse, Tesla’nın bütün buluşlarının patentini aldı. Bunlardan 20 kadarı AC jeneratör sistemi ve AC güç dağıtıcısıyla ilgiliydi. Bunlar için 1 milyon dolar ödedi Tesla’ya. Ve o zamandan itibaren Tesla’nın geliştirdiği her beygirgücü için de bir dolar telif hakkı ödedi. Tesla ticaret hayatına bayaa sıkı girmiş oldu.

     1893’de, Şikago’daki dünya sergisinde güç sağlayıcısıyla bir ödül aldı. Bu, AC gücünün elektrik üretiminde kullanılması konusundaki en büyük ve ilk durumdu. Daha önce DC kullanılıyordu ve Tesla Edison’a rağmen bu ödülü kazandı. J. P. Morgan da tarafından destekleniyordu. Tesla, o gün bir önemli gösteride daha bulundu radyo kontrollü bot denemesi yaptı. Aynı gösteriyi 1898’de tekrar yaptı ve bir başka gösteriyi de Madison Square Garden’da yaptı.

     O sıralarda enerji geliştirme, uzun elektrik gönderimi ile ilgili müsabaka yapılmıştı. Tesla, Birleşik Devletlerdeki AC sistemiyle çalışan ilk hidroelektrik santrali olan Niagara Enerji Santralini yapımı ile ödül aldı. Ödülü aldı çünkü elektiriği bütün Newyork’a herhangi bir enerji kaybı olmadan yayacağına söz vermişti ve sözünde de durdu. 1899’da araştırmalarda bulunmak üzere ve bobin ve elekrtik civatası ile ilgili yüzeysel çalışmalarda bulunmak üzere Colorado Kaplıcalarına gitti. Orada 2 sene kadar kaldı. Bazı çalışmalarını basına duyurdu. Bunlardan biri 1899’da dünya dışı varlıklarla bağlantı kurduğuna dair bir açıklamaydı. Basın bunu gerçekten büyüttü ve Tesla’nın bazı meslektaşları da O’nu yerden yere vurdular. O zaman için deli olduğunu düşünen bilimadamları 30-40 yıl sonra onun gerçeği kavramaya başladılar. Fakat o bunu çoktan yapmıştı bile.

     1906’da J. P. Morgan’ın desteğiyle radyo ve televizyon sinyallerinin dağıtılması (gönderilmesi) ile ilgili çalışmalarına devam etti. Aynı yıl Wardecliff Binası da inşa edildi. Binanın bitmesinden yaklaşık bir sene önce J. P. Morgan’a “Bay Morgan bu yapının olmasını insanlara bedava elektrik enerjisi üretmek için istiyorum” dedi. Ve Morgan O’na, “Yani Bay Tesla insanların bir anteni yere çaktıktan sonra diğerini de gökyüzüne gönderdiğinde (ya da tuttuğunda, sabitlediğinde) bedava elektriği çekebileceğini ve benim de o elektriği ölçemeyeceğimi (sayaçla) ve dolayısıyla parasını da alamayacağımı mı söylemek istiyorsunuz??? ” diye sordu. Tesla da “evet aynen öyle” dedi. Morgan, “Bay Tesla bunun için hazır olduğumda sizi arayacağım” dedi ama asla aramadı bir daha. Ve tüm yardımı da kesti tabiki.

Wardencliff Binası 1914’de birisi tarafından dinamitlendi. Ve bu olay projenin de sonu oldu. Bu sırada Tesla başka işlerle uğraşmaya devam etti. Şimdi biraz kısa kesmek zorundayım, çünkü ana konuya giriyoruz.

     1917’de 1. Dünya Savaşı sırasında Tesla, sonradan donanma sekreteri olacak olan Franklin Delano Roosevelt yakınlaşarak hükümet için çalışmalar yapmaya başladı. Aynı zamanlarda American Marconi Co. ‘da çalışmaya başladı. Şirket 1. Dünya Savaşı sırasında karşıt güçlerin eline geçerek faaliyetlerini sürdürecekleri bir yer konumuna gelmişti. Ve tabiki şirket hükümet tarafından lav edildi. Tesla o sırada bir takım ilginç projeler geliştiriyordu. Bunlardan bir tanesi Rogers Anten Sistemi idi.

     Sistem, ordu için kullanılacak kablosuz yayın sistemiydi. Patenti yıllarca sır olarak tutuldu. Parazitsiz ve gürültüsüz olarak ABD’den Avrupa’ya ses yanınlanması o zamanlar için inanılmaz bir beceri örneği idi. Sistem günümüzde hala ordu tarafından kullanılmaktadır.

     1919’da Tesla’nın da içinde bulunduğu RCA adlı yeni bi şirket kuruldu. Amerikan Marconi’inin bir devamı sayılabilir bir şirketti. Tesla orada orada sırasıyla teknisyen, baş teknisyen, ve oradaki dünya çapında faaliyet gösteren her türlü çalışmanın ve araştırmanın başı ve yöneticisi olarak 1935’te emekli olana kadar çalıştı.

     Emekliliğine kadar geçen sürede Tesla’nın çalışmaları mükemmel bir kusursuzluk içinde devam etti. Başarısız olan çalışması yoktu. İşin ilginci, çalışmalarının hepsini kafasında tasarlıyordu. Bilgilerini hiçbir zaman ne kağıda döktü ne de birileriyle paylaştı.  Buradaki garip ve önemli olan olay Tesla bunları büyük bir önsezi gücüyle yapıyordu. Yaparken tabiki matematiği de kullanıyordu ama onun kullandığı matematik sistemi taa 1880’lerin matematiğiydi.  O zamanlar elektrik teorisi konusunda bilinen şeyler çoktu ama kimsenin radyo denen şeyi geliştirme gibi bir durumu yoktu. Hertz, bunu 1890’larda yaptı. Tesla hiçbir zaman Hertz ile radyo dalgaları konusunda anlaşamadı.

     1933’de Roosevelt ABD Başkanı olduktan sonra hemen eski dostu Nikola Tesla’yı Washington’a çağırdı ve sordu, “Hükümet için çalışmaya ne dersin?” Tesla olumlu yanıt verince Başkan, “senin için projelerimiz var” dedi. Sonradan Philadelphia Projesi olacak olan şeyin başına yönetici olarak geçti. Tesla bu şekilde konumuza dahil olmuş oldu. Projenin ilk yöneticisi oldu.

     1936’da ilk denemeler başladı. Bunlar bir dereceye kadar başarılı çalışmalardı. Bu görünmezlikle ilgili çalışmaların doğru yolda olduğu anlamına geliyordu. Bu durum, donanmanın da ilgisini çekti. Aslında bu işin başından beri de (1931) donanma projeyle ilgileniyordu ve kaynak sağlıyordu. 1936’da kaynak yardımları daha da arttı ve çalışmalara hız verildi. O andan itibaren çalışmalar hızlanmaya ve daha fazla kişi projeye dahil olmaya başladı.

     Dr. Gustave Le Bon ekibe katılarak Dr. Von Neumann ile yakınlaşma sürecine girdi. Günümüzde onunla ilgili herhangi bir bilgi bulamadık. En azından onun da proje de olduğunu ve 1940’da da Dr. Clarkson’un gruba dahil olduğunu biliyoruz. Artık orada sadece tek bir proje üzerinde çalışmalar yapılmıyordu. Farklı kişiler farklı projeler üzerinde çalışıyordu. Bu çalışmaların tamamını bilen tek kişi tabiki Albert Einstein’di. Oranın generali gibiydi. Proje ne olursa olsun hangı konuyla ilgili olursa olsun herkes ona danışmak zorundaydı. Bu durum böyle sürüp gitti.   

     Bu işe nasıl bulaştığımı heniz ben de bilmiyorum. Sonradan dahil oldum. Bu noktada işin teorik kısmına biraz ara vereceğiz. Size İngiliz EMI Thorn Co. tarafından yapılan bir video teyp izlettirmek istiyorum. 1983 çekilen film 1984’ün Ağustos’unda ABD’de gösterime girdi. Ve 2 hafta vizyonda kaldı. 

     Emi Thorn yetkilileri film Amerika’da gösterime girmeden 3 gün önce Amerikan hükümeti’nden bir mektup aldılar. Mektupta hükümetin filmin Amerika’da gösterime girmesini istemediğinden bahsediliyordu. Bunu kabul edip etmemeyi iyice düşündükten sonra filmi gösterime sokmayı karar verdiler. Çünkü filmin gösterime girmesiyle ilgili tüm hazırlıklar yapılmıştı ve sadece 3 gün sonra film gösterime girecekti. Film gösterime girdiğinde mektubu henüz almadıklarını söyleyebilirlerdi. Film çeşitli şehirlerde gösterime girdi. Filme ilgi yoğundu. Diğer şehirler de film için sıraya girmişlerdi.

     EMİ Thorn’a bu defa daha sert bir üslup içeren bir başka mektup geldi. Mektupta “bu filmin Amerika’da gösterilmesini istemiyoruz” diyordu. Bu defa mektubu görmemezlikten gelemezlerdi. ABD hükümetine mektup yazdılar. “Filmin gösterimden kalkmasını istiyorsanız, mahkemeye başvurun” dediler. ABD’den cevap geldi  “başvuracağız.” Ve başvurdular da. Eylül başında karar açıklandı ve film iki sene ortalardan kayboldu. EMİ Thorn iin peşini bırakmadı ve karşı dava açtı. İki sene sonunda davayı kazandılar ve film bu defa video teyp olarak tekrar yayınlandı. Aslında buna inanamadım ama video kaset olarak gerçekten de yayınlandı.

     Filmin ve videonun adı “Philadelphia Experiment” idi. Oldukça güzel olan filmi daha da zenginleştirdiler. Filmin aşk hikayesi taşıyan ilginç bir film olmasını istiyorlardı. Bu yüzden filme bazı eklemelerde bulundular. Filmin ilk versiyonunu size izlettirmek istiyorum.

     [ Mr. Bielek filmin kısa bir bölümünü izlettirdi. ( videocularda bulunan versiyonunu). Filmin adı Philadelphia Experiment idi. Film, iki adamın gemiden atlamasına kadar devam ediyordu. Eğer hala izlemediyseniz mutlaka izleyin çünkü izlemeye değer bir film.]

     Mr. Bielek konuşmasına devam ediyor...

     Bir noktaya kadar herşey doğruydu. Sadece tek birşeyi değiştirdiler; tarihi. 12 Ağustos 1943’de yapılan feci bir deney, ve bu deneyin hikayenin geri kalanına başrol oynaması.

     Şimdi, daha önce de söylediğim gibi 1936’da başarıların derecesini azalttılar, fakat bunun gibi değil. Orijinal amaç, bir cisim çevresinde görünmezlik alanı oluşturmaktı. Çalışmalarını bu yönde sürdürdüler ve 1940’da Brooklyn donanma Üssü’nde Tesla’nın yönetiminde ilk gerçek başarılarını elde ettiler. Mürettebatsız küçük bir gemi ve geminin içinde de özel bir donanım vardı. Geminin her iki yanında gemiye çok yakın, elektrik sağlayan kabloları taşıyan iki gemi daha vardı.  Eğer ters giden bişey olursa ya kabloları keseceklerdi ya da gemiyi batıracaklardı. O kadar endişelenmeye gerek kalmasa da olağan ordu içgüdüsü tedbirleri alınmıştı. Deney başarıyla tamamlanmıştı. Küçük gemi ortadan kaybolmuştu. Bu başarılı sonucu ilan ettiler. Donanma, çok mutluydu çünkü bu işe çok para yatırmışlardı ve çabalarının sonucunu 1940 Eylül’ünde almışlardı. Projenin adı “Rainbow Project” idi. Artık o andan sonra işler son sürat bir hal almıştı.

 Şimdi düşünüyorum da, kardeşim ve ben bu işe nerede başladığımızı söyleyebilirim. 4 Ağustos 1916’da New York’da doğdum.  Bildiğim kadarıyla annem de babam da Duncan Cameron’du. Ufak bir araştırmadan sonra neler yapabileceğimizi gördüğünden dolayı evlenmek istememiştir herhalde. Sakin ve sorunsuz bir hayatı tercih etmiştir. Parası da vardı zaten. Kardeşim 1917 Mayıs’ında doğdu. Mutlu bir aile görünümündeydik. Parasal sorunumuz da yoktu. Bunalımlı yıllar geldi çattı. Okula gitmemize karar verildi. Kardeşim Edinburgh Üniversitesine gitti ve 1939’da mezun oldu. Aynı yılın yazında da fizik Phd’sini (filozoji doktorluğu) de aldı. Ben de Princeton’daki Bachelor’s ve Master’s’a gittim. Doktoram için de Harward’a gittim. Daha önce Von Neumann “sen burada doktora yapmak istemiyorsun, Harward daha iyi git orada yap.” Dedi. Ben de Harward’a gittim. Galiba 1939 Ağustos’uydu. Bu arada şunu eklemem gerekir ki, geçmişimde başka şeyler de oldu, geçmişim babamız haline geldi.

     Kardeşim I. Dünya Savaşı’nda donanmaya denizci olarak hizmet verdi. Aile albümüzde fotoğrafları vardı. Donanmaya kesin olarak ne zaman girdiğini ve ne zaman ayrıldığını tam olarak bilemiyoruz. Bununla ilgili belgeler eksik. Bildiğimiz kadarıyla 20 senesini harcadı orada ve 1930’ların başında da emekliye ayrıldı. Ayrıldığınd rütbesi neydi, neler yapardı bağlantıları nelerdi, bu konularda hiçbir bilgimiz yoktu. Fakat o andan itibaren olan olaylara bakılırsa istihbaratla ilginç bazı bağlantıları olmuş olmalıydı.

     Şimdi 1930’lara gelelim. O andan itibaren hayatı boyunca bir daha hiç çalışmadı. Aslında maddi açıdan çalışmaya da ihtiyaç duymadı. Kendine hobi edindi, yelkenli gemiler yapıyor. Öyle küçüklerden de değil büyük tekneler yapıyor. Hatta o teknelerle Long Island’da o zamanın büyük yarışlarına da katılıyor. Bir iki ödül bile aldı. Teknesinden sıkılırdı ve satardı. Sonra tekrar yapardı bir tane. O yıllarda başka bir işle daha uğraşıyordu. Nazilerden kaçan bilimadamlarını ABD’ye getiriyordu gizlice. Bu gerçekten uzun zamanını aldı. Ben öyle bir işe girmeye ihtiyaç duymadım. 1939’da savaşın yaklaştığı söylencelerinden dolayı işi bıraktı. 1939 Eylül’ünde donanmada sözü geçen biri olan babamla anlaşarak (ya da onun isteğiyle) tekrar donanmaya yazıldık. Bize görev verildiği üzere Rhode Island, Providence’daki bahriye okuluna 90 günlük eğitime gittik. Sonradan “90 gün mucizesi” ismiyle ünlenecek olan bir eğitim geçirdik. Eğitimde subaydık ve herşeyi bilmekle sorumluyduk. Enstitüye alınmışdık. Belli bir dönem orada bulunuyordum. Çünkü Preston’da yaşıyordum. Aslında enstitüdeki görevim full time gözüküyordu. Görevimiz donanmayı temsil etmekti. onlar, bilimsel geçmişleri olan, kesin bir şekilde teoriksel ve pratiksel olarak neler olup bittiğini ve nasıl olduğunu rapor edebilecek eğitimleri alan iki kişi istiyorlardı. Philadelphia donanma limanında da ofisimiz vardı. 1940’da bana çok önemli ve başarılı bir test olacağı söylenmişti. Proje çok gizliydi. Tesla’ya projeyi geliştirmesi ve başarıya ulaştırması için limitsiz maddi desteğe sahipti. Bu işteki herkesi hatırlayamıyorum. Ama biz başka bir donanma altyapı sistemine alınmıştık. Artık sivil hayatım sona ermişti.

     İşin en tepesinde Donanma Mühendisliği Ofisi (ya da bakanlığı ya da bürosu) vardı. O zamanlar donanma veya diğer ofisler araştırılmazdı. Ofisin başında Amiral Hal Bowen vardı. Müdürlüğünü yaptığı tek proje bu değildi. Savaş sırasında faaliyetteki projelerin hepsiyle ilgiliydi. Bu ofis 1946’da kaldırıldı. Onun yerine Donanma Araştırma Ofisi kuruldu ve başına gene Hal Bowen getirildi. Bowen, 1947’de emekliye ayrıldı. O zamana kadar geçen süre için diyebiliriz ki Bowen, donanmanın en tepesindeki isimdi.

  O’nun altında bir bir takım başka adamlar vardı. Komutanlık merkezi vardı. Bu konudan bahsetmeyeceğim ama şunu bilmenizde yarar var; Alan Batchelor isimli bir teğmen vardı. Bu teğmen görünmezlikle ilgili olan projedeki mürettebatın başıydı ve onlardan sorumluydu.

     Bu arada Alan Batchelor hala hayattadır. Donanmadan teğmen-komutan (lt. commander) olarak emekli oldu. Kendisini şahsen tanıyorum. Bu projeden hayatta kalan birinin olup olmadığını bilmiyordum. Fakat bu beyfendiyi buldum ve New York’a giderek onu ziyaret ettim. Beraber konuştuk. Hafızası yerindeydi ve projenin ana temalarını hatırlıyordu. Gerçekten de telefonla ilk konuşmamızda beni tanımıştı. Telefondaki konuşmamızda “ seni tanıdım, sen de projede çalışıyordun ama adın Bielek değildi”  dedi. “Ben de adım neydi o zaman?” diye sordum.

     Aslında ben biliyordum ama onun hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyordum. Sonunda adımı söyledi. Kardeşimi de hatırlıyordu. Bütün bunlar koskoca bir hikayenin kısa birer parçalarıydılar.

     Şimdi diğer bir konu da özel mürettebatın geliştirilmesi konusudur. Bu aslında biraz da geç oldu. 1941 Ocak’ında donanma beni ve kardeşimi görevlendirerek Brooklyn Donanma Liman’ına gönderdiler. Bir ay ya da daha fazla bir zaman sonra Pennsylvania Gemisi’ne tayin edildik. Bu eski savaş gemisiyle Pasifik’te yolculuk ediyorduk. 1941’in büyük bir kısmını orada geçirmiştik. Gemiyi tamir edilmesi amacıyla Pearl Harbour Limanı’ndaki bir rıhtıma getirdik. Bazılarımız o sirada San Francisco’ya gittik. San francisco’da eğlence vardı, Ekim ayı boyunca orada kaldık. Kasım ayının ilk günlerinde de Pearl Harbour’a geri dönmeye karar verdik. Aralığın 5’inde Pearl Harbor’a gitmek üzere donanmaya ait hava üssüne giderken yolda bir yüzbaşı tarafından durdurul duk. Hepimiz rütbe taramasından geçtikten sonra “size verilen emirler iptal edildi, benimle geleceksiniz” dedi.  Yüzbaşıyı takip ettik, üsde bulunan bir yere götürdü bizi ve orada Hal Bowen ile tanıştık. “Beyler, bildiğiniz üzere emirleriniz iptal edildi ve 48-72 saat içinde Japonlarla savaşa gireceğiz. Pearl Harbour’a saldıracaklarını bekliyorduk. Oradas geri gönderilmek için fazla değerlisiniz. Dolayısıyla burada, San Francisco’da kalacaksınız, size masabaşı işleri verilecek. San Francisco’ya getirilecek olan Pennsylvania’a verileceksiniz. Yıl sonuna kadar burada kalacaksınız. Sonra enstitüdeki görevinize geri döneceksiniz. Burada mümkün olduğunca eğlenmeye bakın, geri döndüğünüzde sizi ağır bir iş yükü bekliyor olacak” dedi. Biz de aynen denileni yaptık; eğlendik. Ocak 1942’de de geri döndük.

     Fakat o süre zarfında bazı olaylar oldu. Tesla bir arkadaşı tarafından bir savaş gemisine tayin edildi. Galiba o kişi Beyaz Saray’daki Roosevelt’di. “Git ve bu gemiyi görünmez yap” dedi. Tesla’nın bu işi yapabileceğine dair müthiş bir güven ortamı vardı. Hemen faaliyetlere başladı. 3 adet RF vericisi, bir ana jeneratör vardı. Bence 2 tane vardı ama. Başlangıç olarak fazla teknik olmayan, jeneratörler tarafından üretilen manyetik alanlardaki bobinlerle geminin omurgasını sardı. Sonra güvertedeki bobinlerin 4 tanesiyle değiştirilecekler. Özel frekanslarla ve Tesla tarafından geliştirilen dalga biçimleriyle görünmez alanlar oluşturmak üzere, RF alanları senkronize edildi .      

     Bu arada (Tesla hakkında bbir iki şey daha anlatmam lazım) Tesla 1923’de ET’lerle konuşmak üzerine bir şey yayınladı (basına). ET’lerle iletişim kurduğunu savundu. RCA’dan emekli olduktan sonra bu projeyle daha fazla ilgilenmeye başladı. Hotel New Yorker’da en üst katta laboratuvarda bu yöndeki çalışmalara da devam etti.

     New York’da bir tane daha laboratuvarı vardı. Fakat çok da mühim bir laboratuvar değildi. Çoğu kimse tarafından bilinmeyen bir başka laboratuvarı vardı. En önemli laboratuvarlardan biri olan bu yer Waldorf Astoria’nın çatı katındaydı. Warloft’un çatısına verici kurdu. New Yorker’ın çatısında da kendi direktifiyle RCA’nın kurduğu antenler ve alıcılar yer alıyordu. O zamanlar Tesla’yla çalıştıklarını söyleyen iki kişi biliyorum. Tesla bu donanımları kullanarak hergün birisiyle konuşuyordu. Tesla’ya yardım edenlerden bir tanesi Tesla’nın Dünya dışı bir varlıkla çok yalın bir dille konuştuğunu belirtiyor; ET ile....

     Kim? En ufak bir fikrim yok. Hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Bu sırada Tesla bir takım extra bilgiler edindi ve donanmaya giderek şunları söyledi; “ Personelle ilgili problemimiz var. Hem de çok ciddi bir problem. Personele bazı efektler uygulamadan çizgi görünmezliğini sağlayacak olan gücün miktarını geliştiremezsiniz (çoğaltamazsınız) . Daha fazla zamana ihtiyacım var. Bunun için koruyucu bir şey geliştirmem lazım ki personel zarar görmesin. ” Donanma  itiraz etti “ Bunu yapamazsın çünkü işin bitiş tarihini bile çoktan geçtin. Şimdi savaştayız, bunu çalıştırman lazım, o yüzden tamir etmelisin ama sakın değiştirmeye kalkma.”

     İşin teslim tarihi 42 Mart’ıydı. Spesifik testler geliştirildi (yapıldı). Gerçekten zor işdi. Ve en sonunda zaman olmadığını ve problemi çözecek donanıma ve bilgiye sahip olmadığına karar verdi. Yapılacak tek şey kalmıştı; o da donanımı (deneyin alet edevatı) sabote etmek. Tabiki de fiziksel olarak değil. Bu normal presedürle projeye devam edilirse zaten Mart 1942’de kendiliğinden parçalanacaktır. Savaş gemisinde özel mürettabat yoktu. Sadece her zamanki uzman mürettebat vardı. Düğmeye basıldı ve hiçbir şey olmadı. Tesla başını öne eğdi, “ Evet beyler, deneyimiz başarız oldu, ve artık bana da yol göründü. Burada bu işi devam ettirecek ve başarılı olabilecek bir isim var: Dr. Von Neumann. hoşçakalın” dedi.

     Hikayeye göre Tesla kovulmuştu. Ya da “siz kovamazsınız! Ben istifa ediyorum” da demiş olabilir. Olay nasıl geliştiyse gelişti, sonuçta Tesla gitti. Artık 7 Ocak 1943’de ölene kadar hiçbir araştırmasına devam etmedi. Bazı çalışmalar yaptığı zannedilse de bunların bizim deneyimizle ilgisi yoktu.

     Bu dönemde diğer projelere devam edildi. Bunlardan bir tanesi Tesla’nınkinden önce donanma limanında başlayıp Einstein’in gözetiminde manyetik alanlardan arındırılmış olarak enstitüde geliştirilen bir projeydi. Bunu kaçınız biliyor bilemiyorum. II. Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş devam ederken de yani 1938 civarlarında Almanlar “manyetik mayın” dedikleri bir mayın geliştirdiler. Gemilerin çelik gövdelerinin manyetik kütlesini algılayabiliyor. Dünyanın manyetik alanını bozan (değiştiren) bu mayın gemini gövdesine yaklaştığında veya geminin altına geldiğinde (ama gemiye değmeden) tetik ateşleniyor ve mayın patlıyor, bu da geminin sonu oluyor. Amerikan deniz kuvvetleri bu mayından haberdardı ve bu mayına karşı koyacak bir şey geliştirmek istiyorlardı. Ve geliştirdiler de. O kadar çok başarılıydılar ki Almanlar bu mayını kullanmaktan vazgeçip eski tip mayınlarını kullanmaya başladılar. Bu mayınlar Amerikanın geliştirmiş olduğu o cihazdan etkilenmiyordu. Bu cihazın eski tipi iki kablo setinin geminin çevresinde sarılmış halinden oluşuyordu. Gemideki özel jeneratörler görünmezlikle, radarla veya başka birşeyle alakası olmayan, sadece Alman mayınlarını patlamaya yarayan aygıtlardı. Bu cihazlar sayesinde pek çok mayın gemilere zarar vermeden patlatıldı. 

     --Şimdi slayt gösterimiz olacak--.

     Burada Bielek, Princeton’daki kolejin slaytlarını gösterir. Slaytlar okul manzaralarını içeriyor. Örn: Bielek’in öğretmenlik yaptığı sınıf, ağaçlar, büyük salon, ayrıca okuldaki görünmezlikle ilgili çalışmaların yapıldığı binayı da gösterdi. Mr. Bielek, Philadelphia Deneyi’nde Eldridge gemisinin görünmezlik deneyinde kullanılan cihazların da slaytlarını gösterdi. Slaytların bazılarında şu özel jeneratörlerden biri ve kontrol paneli vardı. Bielek ayrıca bu cihazı kendisinin de Eldridge’den bildiğini söyledi.

     Mr. Bielek konuşmasına devam ediyor...

     Tesla’nın deneyi başarısızlığa uğradığında O’nun yerine hemen Von Neumann görevi devraldı. Projenin biraz geri planında kalmış olan bazı kişiler şimdi da aktif hale geldiler. Bu kişilerden bir tanesi T. Tawnsend Brown’dur. O’nun hikayesi de baya uzundur. Bir çok insan O’nu elektrostatik UFO alanları ile ilgili çalışmalarından bilir. Yüksek voltajlı elektrostatik alanlarda objelerin hareket edebileceğini ispatlamaya çalışıyordu. Bu konuda çok çalışma yapmıştır. Ve çok da iyi bir araştırmacıydı. Bielek, okul zamanında Brown ile çalışmıştı. Dr. Bifield olarak tanınmaya başlayıp “ Bifield Brown Etkileri”yle anıldı.

     Sonunda donanma O’nu aldı. 1933’te donanma gücüne katıldı ve bazı ufak çaplı projelerde görev aldı. 1939’da aktif göreve getirildi. Mayınlara karşı savunma sistemi oluşturmasını ve geliştirmesini istediler. Kendi departmanı vardı ve manyetik mayın projesi üzerinde çalışıyordu. Ayrıca RF uzmanlığı da yapıyordu. Bu yüzden de Philadelphia Deneyi’nde de çalışıyordu. Özel radyo vericisi dizaynı ve bunun için gerekli antenlerin Eldridge üzerine dikilmesi üzerinde çalıştı. Hatta filmde bunlar kırılıp yıkılmıştı.

     Dr. Von Neumann çalışmasını bitirmeden önce donanmaya “ Çalışmayı baştan kontrol etmem lazım, aslına bakarsanız çalışmadı ve benim bunun neden çalışmadığını bulmam lazım” dedi ve daha fazla zaman istedi. Donanmanın Neumann’a istediği süreyi vermekten başka çaresi yoktu. İş 1942’ye kadar uzadı. Bu süre zarfında taşlar da yerine oturmaya başlamıştı. 1942 Mayısında özel bir gemi almaya karar verdiler. Fakat istedikleri uzunlukta bir savaş gemisi yoktu. O yüzden yemi bir gemi yapmayakarar verdiler. Haziran veya Temmuz’da çizimlere başladılar. DE 173’ü alarak sonradan Eldridge olarak anılacak olan gemiyi dizaynladılar. Yalnız gemi o yıllarda bu isimle bilinmiyordu.

     Ve Temmuz’da çizimleri modifiye ettiler. 2 jeneratörü nereye koyacaklarını bulmaları lazımdı. Çünkü “DE” biraz küçüktü. Gemi 15.000 tondu. Sonuç olarak ağır olan cihazları buna uygun hale getirmek gerektiyordu. Turetteki bazı silahlarıçıkartıp yerine jeneratörleri koymayı düşündüler. Turetin olduğu yere 2 jeneratörü koydular. Jeneratörleri çalıştıracak motorlar dizel elektrik sistemleriyle donatılmıştı. 4 tane de verici güverteye konacaktı. Ama önce gemiyi inşaa etmek lazımdı. 1942’ye gelindiğinde gemi tersaneye çekildi, bazı parçalar eklenmeye başlandı. Gemi, Ocak 1943’de neredeyse hazırdı. 

     Mürettebata yapacakları şeyler insan hakları açısından gayet uzak bir işti. Haziran 1942’de veya daha ileriki aylarda özel mürettebat birliği kurmaya karar verdiler. Bütün gönüllüler ve özel seçilmişler bir bakıma ölüm fermanlarını imzaladılar. Bu kişilerin herhangi bir sorumluluğu yoktu ve seçilmeden önce, yapılacak olan deneyin mürettebat açısından bazı tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söylediler. ve sordular, “ Gönüllü olmak istiyor musunuz? ”

     33 kişi buldular. Onları Groton Connecticut’taki sahil güvenlik akademisine eğitim için gönderildiler. 3 aylık bir eğitimden sonra Aralık 1942’de eğitimlerini bitirdiler. Bir eğitimciye benzeyen ve sınıfın başı olan kişi kim? Bütün sınıfı gösteren fotoğraf kime aitti? O fotoğraf, aile albümünde hala saklıdır. İster inanın ister inanmayın ama fotoğraftaki o üniformalı kişi benim babamdı. Tekrar donanmaya nasıl döndü bilemiyoruz. Bana donanma üniforması gibi gelen üniforma da aslında sahil güvenlik üniformasıydı. 2 yetkili memurda olmak üzere kimse geminin ne zaman hazır olacağını bilmiyordu.

     İhtiyaç duyulana dek hazır bekletildiler. Bu 33 kişi özel eğitimden geçirildiler, bazı özel konularda bilgilendirildiler ve uyarıldılar. Buna rağmen orada neler döndüğünü kimse bilmiyordu. Özel mürettebat hazır hale geldiğinden itibaren gemiye de cihazlar takılmaya başlandı. Ocak 1943’e gelindiğinde farklı sistemlerde testler de başlamış oldu. Bu arada hiçbir sistem bir arada bir bütün olarak test edilmedi. Zaten edilemezdi. Zira vakit yoktu ve bunlar son final testlerdi.

     Bazı alt sistemler test edildi: RF vericileri ve jeneratörler. Tesla 3 tane jeneratör kullanmıştı. Von Neumann 4 tane denedi. Von Neumann da Tesla gibi General Electric’in jeneratörlerini kullandı. 500 kw CW yeterli değildi. Bu yüzden 2 megawatt’a çıkmaları için yükselticiler koydu. Ve 2 jeneratör 75’er Kva’ya yükseldiler. Dengeli olarak alçak frekansın, motorun ve özel senkronize devrelerinin 2 jeneratörü kesinlikle uyumlaştırması gereklidir. Aksi halde sistem çalışmaz. Özel jeneratör sistemi tamamen farklı bir sistemle yapılmıştı. Bu, doğrudan Tesla’dan kalmaydı.  Adı Zero Time Reference jeneratörüdür. E peki neydi bu Z.T.R. jeneratörü? Bu terimi kitaplarda bulamazsınız. Tesla’nın geliştirdiği sistem; dünyanın manyetik yapısına ve bu alanların kültürlerinin yoğun olduğu alanlara kitlenme diyebiliriz.  

     Sistemimizdeki ve galaksi dışındaki bütün gezegenler kozmolojiye kitlidir. Ve Z.T.R. dediğimiz de galaksimizin geosentrik merkezidir. Herşey bununla ilgili olmak zorundadır. Yerel zamana aldırmayarak herşeyi çalıştırmak için bunlara uymak zorundayız. Ve Tesla bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Bu jeneratörler her FAA sisteminde bulunur. Uçaklarda süzülmek için değil de, yere konmak için varolan sistemlerde vardır. 3000 6LS tüplerininson versiyonarı jeneratörlerin çevresinde bobin alanı oluşturmak için kullanılıyorlardı. Bu da tam dönüşüm sağlıyordu. Bu arada, belki de kesin değil ama hemen hemen 3000 büyük tüp vardı.

     Mart 1943’de Von Neumann huzursuzlanmaya başladı. Öncelikle Tesla’ya  ve Tesla’nın personelle ilgili olarak “problem çıkacak” sözlerine inanası gelmiyordu. Aslında ben ve kardeşim Tesla’ya inandık. Çünkü onun yaptıklarına karşı inancımız tamdı. Tesla’nın matematiksel denklemlerini ve Tesla’nın kardeşime söylediklerini inceledik ve Tesla’ya hak verdik. Neumanna Tesla’nın söylediklerini dikkate almazsa problem çıkabileceğini biz de söyledik. Neumann’ın Tesla’nın adını bile duymaya tahammülü yoktu. Ama her nasılsa birilerinden bir mesaj aldı ve “belki de bir problem çıkabilir, bakalım bu konuda neler yapabiliriz ” dedi...

     3. bir jeneratör eklemeye karar verdi. Sonunda Mayıs başında bir tane daha tasarlayıp yaptılar. Jeneretörü tam olarak nereye koyduklarını bilemiyorum. Belki de güverteye koydular. Belki de alt güverteye konmuştur. Önemli bir problem vardı. Yeni jeneratörü diğer iki jeneratörle uyumlu hale getiremediler. Aynı dönemlerde ben, kardeşim ve 3. bir kişi, bu donanımı ve tüm sistemi kullanmak üzere seçildik. Çünkü bununla ilgili sağlam bir backround’umuz vardı.

     Filmde gösterildiği gibi ve gerçekte de üniformalıydık. 1. sınıf uzman rütbemiz vardı. Mürettebatla olduğumuz zamanlarda bile bu üniformaları giyiyorduk. O zamanlarda donanmada güçlü bir ayırım sistemi vardı. Yeniler eskilerle pek karıştırılmazdı. Şimdilerde denizaltıdakiler gibi yapıyorlar. Fakat bize gemide mürettebatla çalıştığımız zamanlarda askeri üniformamızı giymemiz söylenmişti. 3. kişinin adı Jack’di. 1. sınıf bir elektrik teknisyeniydi. Geçmişi sağlamdı ve bize sadece yardım ediyordu. Haziran ortalarında bir test yapıldı. 3. jeneratörde işler kötü gitmişti. Büyük kemerler (kavis - yay)’den bir tanesi Jack’e çarparak yerlerde sürünmesine neden olmuştu. Öldüğünü zannettik. Sıhhiyeciler geldi, komaya girmişti. 4 ay kadar yatmak zorunda kalmıştı. Sonra işe tekrar geri alındı. Ama bir daha projeye alınmadı.

     Neumann 3. jeneratörün iyi bir fikir olmadığına karar verdi ve jeneratörü kaldırttı. 2 jeneratörlü sisteme geri dönüldü. Bu arada donanma da baskı yapıyordu: “bu işi hemen halletmeniz gerekiyor.” Gemi bir sürü testten geçmişti.  Gemi Philadelphia donanma rıhtımındaki tersanede çok fazla kalmıştı. Bu arada bize de rıhtımı gören bir binanın en üst katında sıkı korunan bir ofis verildi. Eldridge’nin artık denizde denenmesini istiyorlardı. Bunun sonunda gemi 3 gün denizde kaldı. Bu deneme için özel mürettebat yerine normal mürettebat kullanıldı. Gemi, haziran ortasında denemeden geri geldi. Herşey yolunda gözüküyordu. Sonuncu testin hazırlıkları için tekrar tersaneye çekildi. Temmuz’un 20’sinde nihayet geminin sonuncu teste hazır olduğuna karar verdiler. Özel mürettebat toplandı. Kaptan Handle gemiye bindi. Handle, devamlı kaptanımız değildi. Biz dahil herkes 22’sinde gemiye bindi.

     Aynı filmdeki gibi biz de gemideki pozisyonumuzu aldık. Saat 09.00’da şarteli indirmemiz söylendi. 2 jeneratör vardı. Bu noktada film biraz yanıltıcıydı. Şarteli indirdik ve gözlemcilere göre gemi görünmez oldu. Bu şekilde 20 dakika kadar bekledikten sonra şarteli kaldırdık. Gemiyi tekrar rıhtıma çektik. Rıhtıma döndüğümüzde gerçekten de büyük bir problemimiz olduğunu farkettik. Güvertede bulunan mürettebat yönünü şaşırmış bir halde ordan oraya gidiyor, kusuyor, sayıklıyor ve çıldırmış gibi davranıyordu. Donanma vaziyeti hemen anlamıştı ve bize bu mürettebatı gönderip yerine yenilerini getirmemizi söylediler. Von Neumann başımıza gelenleri önceden biliyordu. Bunu çözmek için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu söylemişti ama donanma O’na “ya şimdi yap ya da bırak!!!” demişti.

O’na ve bize bunun neden olduğunu söylemediler. Hal Bowen’e gittim ve bütün bu emirlerin nereden geldiğini sordum. Bilmediğini fakat bulacağını söyledi. Sonunda emirlerin C.N.O. (chief of naval operations) Donanma Operasyonları Müdürlüğü’nden geldiğini öğrendi. Bizim için biraz garip bir durumdu. CNO, savaş sırasında filonun idaresinden sorumluydu. Philadelphia Limanı’ndaki mühendislik çalışmaları hakkındaayrıntılı bir bilgisi yoktu. Burada bazı mühendislik çalışmalarından bahsedeceğim. Von Neumann ve beraberindekiler gece ve gündüz çalışarak hatayı düzeltmeye çalıştılar. Bu arada donanma tam görünmezlik yerine radar görünmezliği istediğini belirtti. Bunun arkasındaki sebep o zamanlarda dünya genelinde henüz durum rehberliği sistemlerinin ve Loran ve Shoran Nevigasyon sistemlerinin olmamasıydı. Yani bir nevi konum belirleyici radar sistemi yoktu. O zamanlarda ise düşük ve orta frekanslı sistemler vardı. Yapılması gereken tek şey görüş çizgisi istikametinde seyretmekti. Gemiyi gözle ve radarla görünmeyecek şekilde gece görünmez yaparsanız, görünür hale gelmeden nerede olduğunu bulamazsınız.

     Eğer gemi görünmez pozisyonundaysa yanındaki bir gemiye çarpma ihtimali vardır. Bu yüzden donanma daha fazla görünmezlik istemiyordu. Von Neumann bu konudaki değişiklikleri yaptı.

     Son ve ölümcül gün geldi çattı. 12 Ağustos 1943. tekrar limana gittik. Herkes işin olabilecek sonuçlarından şüpheliydi. Emir geldi, şarteli indirdik. 60-70 saniye herşey yolunda gitti. Gemi radarda gözükmüyordu. Fakat dışarıdan bakıldığında gözüküyordu. O sırada mavi bir ışık ortaya çıktı ve gemi hepten gözden kayboldu. Von Neumann panikledi tabiki. Gemi tamamen kaybolmuştu ve kimsre de gemiye ne olduğunu bilmiyordu. Hemen hemen 4 saat sonra gemi kaybolduğu noktada yani limanda tekrar ortaya çıktı. Bir problem olduğu belliydi. Zira mürettebat gözle görünüyor olmasına rağmen radarda görünmüyordu. Bir şeyler yolunda değildi. Antenin de kırılmış olmasından bunu anlayabiliyorlardı.

     Bir ekip gemiye geldi. 2 adam çelikten güverteye gömülmüştü, 2 adam çelik kabinlere gömülmüştü, 5. adam ellerinden kabine gömülmüştü. Adam yaşıyordu. Ellerini kesmek zorunda kaldılar. Bazıları bir oradan bir buraya deli gibi koşuşturuyorlardı. Bazıları bir görünüp bir kayboluyor, kutsal hikayedeki yanan fakat zarar görmeyen otlar gibi yanıyorlar fakat zarar görmüyorlardı. Yönlerini sağıtmış gibilerdi. Bütün bu olanlardan etkilenmeyen insanlar da vardı. Benim ve kardeşimin de içinde olduğu bir grup alt güverterdeydik ve olay olduğu sırada gemiden denize doğru atladık. İşte bu noktada hikayenin ilginç kısımlarından biri oldu.

     Geminin kenarından denize atladık fakat deniz yerine 12 Ağustos 1983’e, sahile düştük. Burası bir başka proje olan Phoenix Projesi’nin yapıldığı Montauk Long Island’daki merkezdi. Çevremizi hemen polis köpekleri, polisler ve helikopterler çevirdi. Helikopter, ışığını bize doğrulttu. Biz helikopterin ne olduğunu bile bilmiyorduk daha. Görevliler bizi kelepçeleyip aşağıya götürdüler. Montauk’da zeminden aşağıya 5 kat iniyordu. Burası proje faaliyetlerinin yürütüldüü yerlerin başındaydı. Aşağıda Dr. Von Neumann’la tanıştırıldık. “Ben Dr. Von Neumann. Sizler kimsiniz.?” Biz O’na göre daha bir şok olmuştuk. Çünkü biz onu 1943’de bırakmıştık. O ise biraz yaşlanmış olarak karşımızda duruyordu. Hemen bütün olan biteni anlattı. Çünkü tüm nihai raporlar onda toplanıyordu. Gerçekten de çok uzun bir hikayeydi. Bütün bunlar nasıl olmuştu. “ Beyler hemen geri dönüp Eldridge’deki şarteli kaldırıp aygıtı kapatmanız gerekiyor. Çünkü olay kayıtlarımıza göre zaten olmuş, fakat gerçek hayatta henüz gerçekleşmemiştir. Sizler geri dönüp bu işi hemen bitirmelisiniz.”

“ Bizim buradan onu kapatma şansımız yok. Bu istasyonu da kapatamayız. Birbirinden 40 yıl farklı zamanda yapılan iki deney birleşti ve hiper uzayda Eldridge’yi de emen bir koridor yarattılar.

     Aslında sizler şanslıydınız. Gemiden atlayınca günümüze geldiniz. Ama diğerleri hala gemideydi ve gemiyi saran balon / kabarcık enerjisine hapsolmuşlardı. Bu hiper uzay balonu bazı ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Eğer kapatılmazsa sorunlar nereye varır bilemiyoruz. Gezegenin bir kısmını içine alabilir. ” Bu konuda bir sürü spekülasyon yapılıyor. Von Neumann, bilgileri dışında kontrol edilemez bir şeylerin olduğuna ve alanı yaratan şarteli kapatan bir kontrol sistemi yapmaları gerektiğine inanıyordu. Phoenix Projesi bu olayın bir parçası olmamalıydı. Fakat bu projenin kullanılabilir kabiliyeti bizi geriye Eldridge’ye gönderebilirdi. Geri döndüğümüzde hangi şartlar olursa olsun mtlaka şarteli kapamamızı ve gerekirse parçalamamızı söylediler. biz de aynen öyle yaptık, görünürde ne varsa parçaladık. Elektron tüpleri yığınını, güç şartelleri, kontrolle ilgili herşeyi ve jeneratörleri kapattık. Herşey normale dönmeye başladı. Mesela gemi limandaki olması gereken yere döndü. İlk olaydan 3-4 saat geçmişti ve ben gemideydim. Hatırladığım kadarıyla kardeşim 1983’e geri dönmek için emir aldı ve geminin kenarından atlayarak tekrar 83’e döndü.

     Gemiye bindiklerinde anteni kırılmış buldular. Güverte teçhizatı bozulma mıştı. Güvertenin altındaki koridorda bizim parçaladığımız teçhizatlar ve çok kötü halde bulduğumuz personel vardı. Gemiyi bu şekilde bu mürettebatla tersaneye görütemezlerdi. O yüzden yeni mürettabat getirdiler. Von Neumann, Le Bon, Hal Bowen, Batchelor ve birkaç kişi daha 4 gün boyunca “Şimdi ne yapacağız?” sorusuna cevap aradılar. Gemiyi baştan teçhizatlarla donatıp testlere tekrar başlamaya ve son testi de insansız olarak yapmaya karar verdiler ki diğer gemiyle yapılan ilk testteki gibi başarıya ulaşılsın. Ekim’in sonlarına doğru bir gece vakti gemiyi limanın dışına çıkardılar. Gemiye yaklaşık 1000 fit uzunluğunda  kablo çektiler. Böylece cihazı uzaktan çalıştırabileceklerdi. E tabi sonra da kapatabilmeyi de umuyorlardı. Saat 10 sularında ki bu zaman donanma saatine göre 2200 saat (ya da 22.00 ????) eder, düğmeye basıldı ve gemi hemen gözden kayboldu. Kutsal kitaptaki tarihi kaybolma olayı şimdi Norfolk’taki limanda gerçekleşiyordu. Koramiral dahil bir sürü insan bu olayı izliyordu. Görünmezliği 10-15 dakika sürdükten sonra gemi tekrar limana çekildi. Gemi limana geri çekilirken hiçbir cihaz kapatılmadı. Bazıları zaten kapalıydı. Bazılarıysa kayıptı. 2 verici kabininin ve jeneratörlerden birinin kayıp olduğunu gördüler. Kontrol odası duman içindeydi. Bunu yapabilecek kimse yoktu orada ama duman içindeydi her taraf. Ne olduğunu bilmedikleri bişeyler dönüyordu orada. O anda projeyi durdurmaya karar verdiler. Eldridge’yi normal görevine dönmesi için cihazlarını ve donanımlarını sökmek üzere tersaneye geri yolladılar. Ardından da gemi normal kaptanıyla Ağustos’un 22’sinde normal görevine başladı.

     Savaş sırasında denizdeki rutin görevimdeydim. 1946’da diğer gemilerle beraber Eldridge de ıskartaya çekildi. 1950’de Başkan Truman, 50 destroyeri Yunanistan’a ve diğer Avrupa ülkelerine gönderdi. Eldridge de bu gemilerden bir tanesiydi ve Yunanistan’a gitti. Orada “Lion” adını aldı. Yunan donanması da gemiyle ilgili bazı problemler yaşadı. O yüzden gemini  malzemelerinden cihazları ve boyasına kadar herşeyini baştan değiştirdiler. Belki de donanma gemiyi günümüzde de hala kullanıyordur. Bizim kadar hızlı ıskartaya çekmiyorlar gemileri. Ve hala Eldridge zamanından kalan seyir defterini saklıyorlar. Gemicilik kanunlarına göre seyir defteri de gemiyle beraber gitmelidir. Ve öyle de oldu. Defterde enteresan şeyler okumaları gayet mümkün. deftere kaydedilen 1 Ocak 1944’den önceki tüm yazılar kayıp. Dolayısıyla bu tarihten önce gemiyle ilgili bişeyler bilmeleri mümkün değil. Yunanistan bunu ABD’ye şikayet konusu yapabilir. Ama ABD’nin de bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Bu da Eldridge Efsanesinin sonu anlamına geliyordu. Proje kapanmıştı. Bu noktada bütün hikayeyi değiştirecek bir olayı şimdi hatırlıyorum, son testten yaklaşık olarak 6 gün önce Ağustos ayında 3 adet UFO, Eldridge’nin üzerinde dolaşırken görüldü. 

Onları gördüğümü hatırlamıyorum. Ama kardeşim ve birkaç kişi onları gördüklerini söylüyor. UFO’ları gördüklerinde oldukları yerde oturup kalmışlar. O sırada diğerlerinin UFO’ları görüp görmediğini bilemiyoruz. Test sırasında gemi hiperuzayda yok olduğu sırada UFO’lardan biri de gemiyle beraber yok olmuş. Hiperuzay tarafından emilen UFO Montauk’un yeraltında ortaya çıkıyor. Sonradan oradan çıkartıldı.

     Projenin kapanmasından sonra Von Noumann New Mexico, Alamos’a gönderildi. çünkü Oppenheimer’le beraber atom bombası projesi üzerinde çalışacaktı. Tabiki atom bombası projesi müthüş bir şeydi. O konuda da bazı porblemler çıksa da şimdi onlardan bahsetmeye gerek yok. Gizli silahlar konusunda ordu ve donanma arasında sıkı bir rekaber vardı. Birkaç yıl süren bu rekabeti ordu kazandı ve savaşta kullanmak üzere projeyi aldı. Leslie Groves bu konudaki yetkili kişi idi. Donanma eğer testlerde başatılı olsaydı neler olurdu? Fon paralarının tamamını alırlardı. Cihazları bütün ticari gemilere takarlardı. O yıllarda ticari gemiler epeyce revaçta idi. Carl Allende adında biri bu olaylardan dolayı o yıllarda Carloss Miguel Allende olarak anılıyordu. Bu kişi test sırasında SS Furuseth’deydi. O’nun hakkında bir sürü hikaye vardır. Fakat kimse gerçek hikayesini bilmez.

     1947’de donanma projeyi tekrar başlatmaya karar verdi. O yıllarda ordu yapısında bazı ufak yeni organizasyonlar ve değişiklikler yapılıyordu. Savunma departmanı kuruldu. Hava gücü departmanı ve donanma departmanları oluşturuldu. Personel şefliği...vb. ve tabiki Pentagon’un binası yapıldı. Donanma alt yapısında da değişikliklere gidildi. Savaş zamanından kalan bir sürü insan emekli edildi. Von Neumann’a “projeyi tekrar açalım, adı Rainbow Projesi olsun. Ve gerçekte neler olduğunu bulalım ve projede neler yapabileceğimizi ve kurtarabileceğimizi bulalım.” denildi.

     Ben de geri çağırıldım. Los Alamos’dan Camp Hale Colorado’ya Dr. Vennevar Bush’la beraber getirildim. Von Neumann ve Bush, 1947 yılında Aztec, New Mexico’daki düşen UFO’yu incelemek üzere bir bilim ekibi kurdular. Bütün bunlar benim için meçhul şeylerdi. Çünkü o sırada donanma beynimi yıkamıştı. 1948’de 1 veya iki UFO kazası daha olmuştu. Bir sürü kişi veya vücut ölmüştü. 1949’daki kazada birini canlı olarak kaza alanında buldular. O’na “EBE-1” adını taktılar. Onu hemen yakaladılar. Tıkırtılı bir ses çıkartıyordu. O’nunla veya şey ile iletişim kurdular. Cinsiyetini belirten bir iz bulamadılar. Bu arada doktorları çağırdılar çünkü yaratık iyi değildi. Gün be gün kötüye gidiyordu. Doktorlar problemin ne olduğunu bulamadılar.  

En sonunda bir botanik doktoru hastalığı buldu. Yaratığın damarlarında klorofil vardı. Yaratık yaklaşık 3 feet uzunluğundaydı. Gray’in küçüklüğüne benziyordu. Damarlarındaki klorofil yüzünden en azından belle saatlerde güneş ışığı altında tutuldu. Kalan zamanlarda da güneşsiz ortamlarda sıkı şekilde korundu. Çünkü bazı garip karakteristik özellikleri vardı. Mesela telepatik gücünün yanında ortamda bulunan kişilerle ortak bir dil oluşturarak iletişim sağlayabiliyordu. Ayrıca duvarlarda da yürüme yeteneği de vardı. Bunu engellemek için Faraday kafesinde tutuluyordu. Bu kafesle taşınıyordu. Canlı yakalanması gerçekten de önemli bir olaydı. Bir iki sene sonra da öldü. O’nun sayesinde pek çok bilgiye ulaşıldı.

     Fakat ölmeden önce bazı garip olaylar meydana geldi. Haberler verdi. Daha önce hükümette çalışan birinden duyduğuma göre Von Neumann ve Bush’a modern transistörün temel bilgilerini vermiş. Bu ne kadar doğru veya yanlış bilemiyorum tabiki ama 1947’de Bell Laboratuvarı bu transistörü zaten duyurmuştu. Fakat bu daha farklı bir aygıttı. Alman kurşunuyla kedi bıyığından oluşuyordu. Ondan sonraki gelişimini zaten siz biliyordunuz. Fakat yaratık kendi iletişim sistemlerinde kullanılan transistörün temel özellikleri hakkında bilgi verdi. Gerçi bu bilgiler tam olarak anlaşılamamıştı. Ayrıca Von Neumann’a Eldridge’deki problemi ve bu problemi nasıl çözeceği hakkında bazı şeyler söyledi. Problemin tam olarak nasıl çözüleceğini  söylemese de neyin yanlış gittiğini söyledi. Ayrıca çözümle ilgili bazı ipuçları da verdi. “çizim tahtasına geri dönüp bunu kendin çözmelisin, nasıl çözüleceğini ben söylemem.” dedi.

     Bir sürü çalışmadan ve metafizikle ilgili bir sürü araştırmadan sonra 1949’da Von Neumann problemi çözdü. İnanılması güç matematiksel kuramlar ve çalışmalar ilk başlarda biraz garip gelse de sonunda problemi çözmeyi başardı.

     Problem neydi? Aslında oldukça basit bir problemdi. Gemi bulunduğu noktaya geri geliyordu çünkü Z.T.R. vardı ve bu sistem gemiyi geri getiren sistemdi. Jeneratörler ve diğer cihazlar parçalansa da bu cihaz sağlam kalıyor ve gemiyi geri getiriyordu. Bunu zamanı bir parça değiştirerek yapıyordu.

     İnsanlar doğar, sadece doğar diyemem aslında. Von Neumann’ın araştırmaların dan da bulduğu üzere insanlar kendi “zaman kilitleri”’yle doğar. Anlaması biraz zor olacağı için matematiği bir tarafa bırakıp basite indirmeye çalışacağım. Bizler üç boyutlu bir evrende yaşamıyoruz. 5 boyutlu bir evrende yaşıyoruz. 4. ve 5. boyutlar ise “zaman”dır. 4. boyut Einstein ve diğerlerinin bahsettikleri zamandır. 5. boyut için 1931’e P.D. Aspinski’nin “Tertium Organum”  adlı kitabına gitmek gerekir. İngilizce olan kitap yeni evren modelinden bahseder. Bulunduğumuz durumun veya ortamın 5 boyutundan bahseder. 4. boyutu zaman olarak adlandırsa da 5. boyutun adından bahsetmez. Fakat Von Neuman, günümüz fizikçilerinin de bahsettiği gibi 5. boyut da zaman’dır. ; eğrilik, vektör, ilk ana vektörün dönüşüyle zamanın yönünü ve akışını göstermesi...vb. bu akış tinsel bir akıştır. Diyebiliriz ki zamanda ileriye doğru gidiyo ruz. Çünkü kaynağımız ve görünüşümüz o şekilde ilerliyor. Zamandan etkilenmiyoruz fakat zaman oldukça durağan bir şekilde ilerliyor. Ve bu diğer vektör bize dokunmadan ve etkilemeden normal bir vaziyette zamanın çevresinde dönüyor. 

Eldridge’deki deneyde oluşan güç o kadar güçlüydü ki güvertenin üzerindeki kişilerin sahip oldukları zamansal konumlarında kaymalar meydana geldi. İnsanlar zaman kavramını kaybetti. Sorun başladığında gemi bir kere geri gelmişti. Gemi hiper uzayda olduğu müddetçe ve jeneratörler çalıştığı müddetçe alanın içinde oluyorlardı. Bildiğim kadarıyla bizden başka gemiden atlayan yoktu. Atlayabileceğimizden emin değildim ama yine de atladık ve olaylar başladı. Alanlar çöktüğünde insanlar zaman mevhumlarını kaybetmeye başlıyorlardı ve alanlarla beraber sürükleniyorlardı. Bazıları tamamen gerçekliğin dışına çıktılar. Alanların çevresindekilerse eğer ayakları güverteye değiyorsa şanslı sayılırlardı. Bazılar da kısmen materyalleşmişlerdi. Güvertede 2 tane, kabinlerde 2 tane, bir tanesi de duvara ellerinden bütünleşmişti. Çünkü zamansal konumlarını kaybederek kaymışlardı. Sonra geri geldiler. Bazılarıysa geri gelemedi. Diğerlerinin değişik şekillerdeki kayboluşları ve materyalleşmeleri ararlarla tekrar etti.

Bütün bunlarla birlikte olayda alevlerin içinde kalan kişilerin İncil’deki yanıp da etkilenmeyen çimenler gibi alevlerden etkilenmemesi de gayet ilginçtir. Donanma bunun gibi olan sorunları çözmek amacıyla elektronik donanım kullandı. Sonuçta az veya çok bir sonuca gidildi. Herkes uzun bir süre karantina altında tutuldu.

     Donanma şu ana kadar böyle bir deneyin varlığını henüz kabul etmiş değil. Bu konuyla ilgili olarak donanmaya karşı bir çok soruşturma başlatılmıştır. Tabiki donanma deneyle ilgili olarak hakkında çıkan tüm spekülasyonları inkar etti. Donanma, Elridge’nin varlığını kabul etmesine ediyordu ama deneyi inkar ediyordu. Ve 1979’da William Moore ve Berlitz bir kitap yazıp bunu yayınladıklarında, Moore kitabında donanmanın bu deneyi inkar etmek için kullandığı yazışma evraklarının maliyetinin 2 milyon Doların çok çok üstünde olabileceğini tahmin ettiğini yazmış.

 Von Neumann her açıdan ödevini yerine getirmişti. Personelle ilgili problemin çözümü için bir bilgisayara ihtiyacı olduğunu farkına vardı. Enstitüdeki çizim tahtasına geri döndü ve ilk elektronik bilgisayarı geliştirdi. O tarihe kadar dünyada elektronik bir bilgisayar yoktu. O açıdan Von Neuman elektronik bilgisayarın babası sayılır. 1950de çalışmaya başladı ve 1952de ilk bilgisayar ortaya çıktı. ??? birlikte çalıştığı Dr. Golsten, enstitüde değil ama hala Philadelphia’da yaşıyor. Kendisiyle konuştum. 1953’de donanmaya yeni bir sistem getirdi. Bilgisayar üzerinde çalışan bu sistem toplam doğrulama faktörü adını taşıyordu. Aslında ne yaptığını bilmediğimi söylesem yeridir. Fakat bu sistemi başka bir gemiye farklı bir mürettebatla uyguladıklarında başarıya ulaştılar. Ve yan etkiler de görülmedi. Bu durum donanmayı elbette mutlu etmişti. Savaş bitmişti ve hemen bu projeyi tasnif ettiler ve adını “Project Rainbow” koydular. “Project Phoenix” i de tasfiye ettiler.

     O noktadan sonra aşırı hassas alanlar yaratacak olan sayısız sistemler ve donanımlar geliştirdiler. Bu konu üzerinde fazla durmayacağım. Fakat bununla ilgili bir sürü hadise ortaya çıkmıştı. Bu olayların bazıları çeşitli tıbbi çalışmalardı ki böyle en az 4 tane rapor yazılmıştı. Bunlardan George Hoover ile ilgili olanı biliyorum. Hoover, donanma araştırma komisyonunda çalışyordu.. 1955’deki Dr. Morris K. Jessup’un da karıştığı “Allende Mektupları”  olayıyla anılıyordu. Kendisiyle yaptığım telefon görüşmesinde bana, şimdi emekli olduğunu ve California’da yaşadığını söylemişti.

Moore araştırmalarında, asla deney tarihinin kesin gününü veremedi. Hiçbir zaman Phoenix Projesi veya birleşme ile ilgili, ya da herhangi bir doğal bir felaketten haberi olmadı. Dr. Von Neumann’la tanıştı. Kitapta Von NeumanN’ı “Dr. Reinhart olarak isimlendirdi. Enteresan olan “Thin Air” kitabında da Dr. Reinhart’la görüşme yapmışlardı. Aynı adamdan bir tane daha! Dr. Von Neumann.

 Von Neumann ölmedi. Hala yaşıyor. Donanma ve diğer resmi makamlar 1957’de kanserden öldüğüne dair belgeler gösteriyorlar. Eğer gerçekten de kanser olsaydı ki ben O’nun kanser olduğunu bilmiyorum, o zaman O’nu iyileştirecek bir förmülü de bulurlardı. Von Neumann’a ihtiyaçları vardı ve O’nu projede tuttular. 1977’de çok önemli kişisel ayrılıklardan dolayı ayrılana dek Phoenix Projesi’nin başında kaldı. Giderek artan görüş ayrılıkları sonunda 1977’de yerini başkasına devretti. Bu yeni kişi Almanya’dan Dr. Herman C. Unterman’dı. Baş danışman olarak görevine başladı. O da henüz ölmedi. Howard E. Decker olarak ikinci kişiliğinde yaşıyor. Aynı bedende New York’da tanınmış bir şahsiyet olarak elektronik malzeme tüccarlığı yapıyor. Aynı bedende 2 kişilik taşıyan yegane kişidir. Howard Decker’le 3 saatlik bir görüşme yaptım. Kasım 1989 itibariyle de yaşadığını biliyorum. Ve bu daha çok bakımsız görülen fotoğraflar o zaman çekilmişti. Karısı öldüğünden beri pasaklı bir ev sahibi olduğunu söyleyebilirim. Bütün herşey öldü ve asıl önemli olan şey Phoenix Projesiyle tekrar dirildi. Kardeşim yeniden doğdu. 1983’e gönderildim. Bana daha fazla ihtiyaç duymadıklarına karar vermişlerdi, ya da başka bir sebepten dolayı. Beynimi yıkayıp başka bir kişilik oluşturmuşlardı. Ve beni geçmişe Alfred Bielek olarak gönderdiler. Yeni kurulmuş bir aile, yanlış düzenlenmiş bir doğum sertifikası, baştan yaratılan bir hayat hikayesi, doğru veya yanlış olup olmaması pek de mühim olmayan hatıralar. Beynim tüm bunlarla doldurulmuştu. Philadelphia Deneyi’yle bağlantılı olup olmadığıma dair bulanık da olsa  bazı çağrışımlar vardı, Phoenix Projesi’le ilgi ise daha az vardı. Ta ki 1986’daki Phoenix Projesi’ne dek. Bunların farkına varmama sebep olarak Long Island’ı tekrar ziyaret etmemi söyleyebilirim. Montauk’un olduğu yere birkaç arkadaş gitmiştik. Sonunda bazı anılar canlanmaya başladı. Buranın bir parçası olduğumu söylediler. ben de aksini iddia ediyordum ama aslında buranın bir parçası olduğumu artık hatırlayabiliyordum.

     Ama 1988’in Ocak’ında Philadelphia Deneyi’yle ilgi anılarımın başlangıcını hatırladım. Ve o zamandan beri de anılarım çoğalmaya başlamıştı. Kardeşim de hatırlıyordu. Daha önceki bilgilerim ve anılarım, korkunç bir boşluk oluşturuyor. Parçalar bazen geri geliyor. Kişiliğim Al. Bielek olarak devam ediyor ve anılarım Edward A. Cameron olarak ortaya çıkıyor. Fakat bu durum özellikle ilk yıllarımdan, deney zamanına dek ortaya çıkıyor. 1943-47 arası boş, bir şey hatırlamıyorum. Sadece 1947’de artık daha fazla işe yaramayacağıma karar verdiklerini hatırlıyorum. Aslında bir şekilde kurtulmuş oldum.

     Fakat bir diğer enteresan anektod ise William Moore’un araştırmasında ortaya çıkardığı bir şey var: ayrıca UFO’larla da ilgileniyor; 1975 Aralık’ının sonunda ya da Ocak başlarında, yani 1976’a Kanadalı bir aileyi ziyarete gitti. Eylül 12 olarak hatırladığım bir tarihte Ontario kentinde UFO görülmüştü. Kendi halinde bir çiftçi, bir gece kamyonuyla evine doğru gidiyordu. Yolun ortasına park etmiş bir UFO gördü. Ne ışık ne de kimse vardı. Ama UFO’nun altında 3.5 fit yüksekliğinde, gümüş bir elbise içinde ve yolun tam ortasında duram bişey vardı. Çiftçi bunu gördüğü anda frenlere asıldı ve birkaç inç farkla yaratığa çarpmadan yanından geçti. Yol çakıllarla dolu olduğundan kaydı. Yaratık ya da herneyse, çitlerin üzerinden atlayıp gözden kayboldu.

     Bu aile, komşuları tarafından o alana gelen UFO’lardan dolayı epey bir rahatsız edildiler ve komşuları bu ufolardan hatıra olarak parçalar falan almaya çalıştılar. O günlerde Moore’un tahminine göre yaklaşık olarak Aralık’ın 12’sinde biri Kanada askeri servisinden Ottawa kentini temsilen, biri Pentagon’dan hava kuvvetleri şefi, biri de donanma haber almadan bir memur, yüksek rütbeli 3 kişi bu aileyi ziyaret etti. Adamlar aileden özür dilediler. Ve “başınıza gelmemesi gereken şeyler geldi. Bunlar nelerdi” diye sordular. Aile, “başınıza gelmemesi gerekenle ne demek istiyorsunuz. Bu bir kazaydı. ”  “ne kazası? Biz bunun olmadığını varsayıyoruz ve sizden resmi olarak özür dilemeye geldik. Ve eğer sorularınız varsa bunları cevaplamaya geldik. Neler bilmek istiyorsunuz? ” Moore’a göre birkaç saat veya daha fazla sürede yetkililer soruları cevapladılar. Sonra aniden donanma haber almada görevli memur ağzından çok enteresan bir açıklama kaçırdı. “1943’ten beri ET’lerle iletişimdeyiz. Donanma o yıllarda görünmezlikle ilgili deney yaparken ET’lerle kontak kurmamıza sebep oldu” dedi.

 

                                            Arka sayfaya  geçiniz

Giriş bölümünü bitiriyorum ve eğer sorularınız varsa cevaplamak için elimden geleni yapacağım.

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

 © 1998 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa /Index /Roket bilimi / E-Mail /Astronomy/  

Time Travel Technology /UFO Galerisi  /UFO Technology/

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)  /